Bilimsel Sosyalizm
   Nederlands                               www.bilimselsosyalizm.net  March 23 2023 03:33:27  
   Açılış_sayfanız_yapın  Sık_Kıllanılanlara_Ekle

   Ana Sayfa
   Yazılar/Broşürler
   Görüşler
   Komünist Hareketten
   Devrimci Basından
   Sol Hareketten
   Felsefe
   Katkılarınız
   Arşiv
   Sitede Ara
   Bağlantılar
   İletişim

English
   Home
   Opinion
   Revolutionary Press
   Left Movement
   Philosophy
   Site search
   Web links
   Contact



ORTADOĞU’DA EMPERYALİST YENİDEN-PAYLAŞIM SAVAŞI VE ...
Yazılar-Broşürler
ORTADOĞU’DA EMPERYALİST YENİDEN-PAYLAŞIM SAVAŞI
VE
KOMÜNİST-DEVRİMCİ TUTUM

Bu yazının görevi, ‘Suriye için savaş’ bağlamında, Ortadoğu’nun (1) emperyalist-gerici yeniden- paylaşımı için yürütülen savaşa ilişkin olarak genel bir tablo çizmek ve komünist-devrimci hareketin görevleri üzerine bazı saptamalar yapmaktır.

Ortadoğu’da, özel olarak Suriye’de, emperyalist devletlerin ve bölgesel işbirlikçilerinin yeniden paylaşım savaşı sürüyor. Suriye’deki savaş, iç savaş ile gerici bölge devletlerinin ve emperyalist devletlerin dolaylı ve dolaysız askeri müdahalelerinin bileşiminden oluşan çok yönlü ve çok oyunculu bir savaştır. Ortadoğu olarak adlandırılan coğrafya,  özellikle enerji (petrol ve doğal gaz) kaynakları bakımından zengin olmasının yanı sıra, enerji ulaşım yollarının kontrol edilebilmesi ve sahip olduğu jeostratejik konumu bakımından da dünya ölçeğinde emperyalist hegemonya kurma savaşımında son derece önemlidir. Enerji kaynakları ve enerji ulaşım yollarını kontrol etme savaşlarında Akdeniz’de politik ve askeri güç sahibi olmak son derece önemlidir.   Söz konusu olan asıl olarak iki gerici-emperyalist blok arasında süren bir savaştır.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) emperyalizminin önderliğinde Avrupa Birliği (AB) üyesi çeşitli emperyalist devletler ve Türkiye Cumhuriyeti (TC), Suudi Arabistan ve Katar gibi bölgesel gerici devletler ve Suriye’deki özellikle kimi politik İslamcı gruplar ve diğer ülkelerden gelen gerici savaşçılar bir blok oluşturuyorlar. (2) Bu bloğun karşısında Rus emperyalizminin başoyuncu olduğu gerici İran İslam Cumhuriyeti (İİC), Suriye Baas (Esad) rejimi, Irak merkezi yönetimi ve Lübnan Hizbullah’ından oluşan bir blok var.  Bu blokları kolaylık olsun diye ABD-bloğu ve Rusya-bloğu olarak adlandırabiliriz. (3)  Partiya Yekîtiya Demokratik (PYD, Demokratik Birlik Partisi) (4) her iki blokla da değişen derecelerde ilişkisi olan başlıca güçlerden biridir. İkinci bloğun güçleri kara savaşına kendi silahlı kuvvetleriyle dolaysız olarak da katılırken, birinci bloğun güçleri kara savaşını asıl olarak Suriye’deki yerel ve uluslararası işbirlikçileri aracılığıyla ‘vekalet savaşı’ olarak nitelenen savaş yoluyla yürütüyorlar. ABD emperyalizmi, gerici Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD)’ne (5) karşı savaş görünümü altında Geniş Ortadoğu İnisiyatifi (GOİ)’ni uygulamaya çalışıyor. (6)  Rusya-bloğu ise bölgeyi bu blokta yer alan her bir devletin kendi çıkarlarına göre yeniden biçimlendirmeye çalışıyor.  (7)

Bu savaşın özelliklerinden biri de, ABD emperyalizminin bu savaşta TC’den daha çok Rus devleti ve bağlaşıklarıyla ve PYD’nin başat güç olduğu ‎ Suriye Demokratik Güçleri (Hêzên Sûriya Demokratîk)’yle işbirliği yapıyor olmasıdır.

24 Kasım 2015’te Rus savaş uçağının düşürülmesi (8) ve Rus devletinin ekonomik ve politik misillemeleri, intikam alma tehditleri, Suriye’de TC’nin işbirlikçilerinin elinde tuttuğu kent ve köyleri bombalaması vb. karşılıklı kışkırtmaları da hesaba katarak saptanmalıdır ki, olası bir kara savaşının baş kışkırtıcıları Rus emperyalist devleti ve gerici Türk devletidir.
Ortadoğu’daki verili durum, kimi savların tersine, üçüncü emperyalist yeniden paylaşım savaşının başladığını ya da başlatıldığını göstermez. Bu savın verili durumda dayanaktan yoksun olmasına karşın, böylesi bir riskin olduğu da kabul edilmelidir. Bir kıvılcım patlayıcı maddelerle dolu olan bölgede böylesi bir savaşın patlak vermesine neden olabilir. Özellikle nükleer silahların böylesi bir savaşta kullanılması olasılığı nedeniyle böyle bir savaşın patlak vermeyeceği gibi savlar burjuva-liberal pasifist savlardır.

TC’nin Saldırgan –Yayılmacı Politikası

Türk devleti Suriye’nin paylaşımı savaşının başlamasında başoyuncu, baş savaş kışkırtıcısı rolünü oynadı. Temel devlet organlarını kontrol eden politik İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının Ortadoğu’ya ilişkin politikası, özel olarak anmak gerekirse TC’nin bir numaralı politik temsilcisi olan R.T. Erdoğan’ın politikası, ‘Arap baharı’ denilen Kuzey-Afrika kaynaklı toplumsal hareketliklerden yararlanarak ‘Müslüman Kardeşler’ (9) hareketi aracılığıyla Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da ‘önder’ güç olmak olarak özetlenebilir. Savaş yoluyla Ortadoğu’da mezhepsel, Sünni politik-İslamcı bölgesel hegemonya kurma amacının bir aracı olan bu politika, Esad rejimiyle ‘dostça’ olan ilişkilerin kısa sürede ‘düşmanca’ ilişkilere dönüşmesinde önemli bir rol oynadı. Bu politika başarısızlığa uğradı. TC’nin bu politikasını gerçekleştirme olanağı,  uluslararası ve bölgesel olayların görece hızlı gelişimi, yeniden paylaşım savaşı sürecinin geçirdiği evreler, özellikle Rus devletinin ‘vekalet savaşı’ndan dolaysız savaşa geçme taktiği nedeniyle, olası değildir artık.

TC,  Kuzey-Kürdistan’da Kürt ulusal hareketini bastırmak yoluyla ‘iç’ cepheyi sağlamlaştırmanın yanı sıra, Batı-Kürdistan’da PYD’nin önderlik ettiği Kürt ulusal güçleriyle dayanışmayı olabildiğince engellemek de istiyor. Çünkü, ‘Suriye savaşı’  kısmen Kuzey-Kürdistan’da da sürüyor. Kuzey-Kürdistan da yeniden-paylaşım savaşının konusudur. Kuzey-Kürdistan’ın kimi kentlerinde süren savaş bu savaşın bir parçasıdır da aynı zamanda. 2015 yılının son aylarında Kuzey-Kürdistan’ın kimi kentlerinde ‘özyönetim’ ilanları ve başlayan kent savaşları Batı-Kürdistan’daki gelişmelerden kopuk ele alınamaz. (10) Kuzey-Kürdistan’da kent savaşlarının sürdüğü TC sınırları içinde kalan coğrafya, Rojava olarak adlandırılan Batı-Kürdistan’a komşu. Batı-Kürdistan’da kurulan ve Kürtlerin kendi politik yazgılarını belirleme hakkının fiilen kullanılması anlamına da gelen özerk politik yapı (proto-devlet), Kürt ulusal hareketinin Kuzey Kürdistan’da yürüttüğü kendi politik yazgısını belirleme savaşımının desteklenmesi demektir. TC, Suriye sınırında kendi sınırları içinde savaşım yürüten örgütle Partiya Karkerén Kurdistan (PKK) benzer ideolojik-politik çizgiyi savunan bir örgütün (PYD) başat güç olacağı bir politik yapının (özerk Batı-Kürdistan) varlığını hem iç, hem de dış nedenlerle kendi varlığına tehdit olarak kabul eder. Böyle bir çevrilmeyi savaş nedeni sayar. Barzani’nin başında bulunduğu Irak Kürdistan Demokrat Partisi’ nin başat güç olduğu Güney-Kürdistan’daki Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile şimdilik bağlaşıklık ilişkileri olmasına karşın, Güney-Kürdistan’ın yanı sıra Batı-Kürdistan’da da özerk bir yönetimin kurulması ‘düşmanları’ tarafından çevriliyor olma ruh halini güçlendirir.

TC’nin giderek şiddetlenen ‘iç’ cepheyi sağlamlaştırma gerici politikası yalnızca Kuzey-Kürdistan’la sınırlı değildir. Coğrafi bölge olarak Türkiye’de de giderek şiddetleniyor bu saldırgan politika. Bu durum bir kez daha gösteriyor ki, Kürt ulusal sorununun varlığı Türkiye ve Kuzey-Kürdistan’ın toplumsal ve politik olarak demokratikleşmesinin (11) en önemli engellerinden biridir.

Yurtsever Kürt Partilerinin Politikalarına Karşı Tutum

Suriye’de süren savaşın en önemli sonuçlarından biri Batı-Kürdistan Kürtlerinin kendi politik geleceklerini belirleme haklarını kullanmaları oldu.  Birinci emperyalist yeniden paylaşım savaşı sonrası oluşturulan (‘oluşan’ değil,  oluşturulan!) ‘Ortadoğu düzeni’ değiştirilmeye devam ediyor. Kuzey Kürdistan’ da PKK’nin, Batı-Kürdistan’da da PYD’nin bölgedeki gelişmelerden, yeniden biçimlenen güç ilişkilerinden Kürdistan’ın her iki parçasında da Kürt ulusunun kendi politik geleceğini belirlemek için yararlanmaları, bu ABD emperyalizminin desteğiyle de olsa,  anlaşılır bir şeydir. (12) Güney Kürdistan’daki Kürt ulusal güçlerinin ve aşiretlerinin Irak’a emperyalist müdahale sırasında oluşan durumdan yararlandıkları gibi.  

Özel olarak dikkat edilmesi gereken bir nokta da, komünist-devrimcilerin,  yurtsever Kürt ulusal örgütlerinin politikalarını kayıtsız koşulsuz desteklemek gibi oportünist bir politika izlemekten kaçınmalarıdır.  Bu örgütlere ilişkin tutum belirlerken, bu örgütlerin ABD emperyalizmi ve Rus emperyalist devletiyle sürdürdükleri ilişkiler de hesaba katılmalıdır. (13) Savaşın gidişatını etkileyecek politik ve askeri etkiye sahip olmamalarına rağmen, komünist-devrimciler, süren savaşa ve savaşan taraflara ilişkin olarak komünist ilkelere dayanan bir politika izlerler. Politik olarak kitlesel etkiye sahip olması ve askeri gücü nedeniyle yurtsever Kurt ulusal hareketini kayıtsız koşulsuz desteklemezler. Böylesi bir politikanın sömürge ulus milliyetçiliğine gereksiz ödün vermek anlamına geldiğini bilirler.

PYD’nin Suriye’deki coğrafi etki alanını genişletme politikası, TC’nin Suriye’de kendi silahlı kuvvetlerinin dolaysız kullanılması (askeri bir harekat) yoluyla da savaşı sürdürmesine neden olacaksa karşı çıkılması gereken bir politikadır. PYD’nin kontrol altında tuttuğu toprakları genişletme politikasının TC’nin savaşa dolaysız olarak girmesinin bir etmeni olması kabul edilemez. Böylesi bir savaş, birçok ulus ve ulusal azınlıktan, asker ve asker olmayan, binlerce işçi ve diğer emekçinin yaşamını yitirmesine neden olacaktır. Kimi diğer toplumsal ve politik sonuçları, örneğin ölecek olan işçi ve emekçilerin yakınlarının çekecekleri acılar, halklar arasındaki güvensizlik duygusunun artacak olması da hesaba katıldığında böylesi bir savaşın ne denli kötü sonuçlara yol açacağı anlaşılır.

Sosyalist bir toplum kurma savaşımının çıkarlarını politikanın temeli olarak alan komünist politik bakış açısından ulusların kendi politik kaderlerini tayin hakkı mutlak değildir. Komünist-devrimciler, bu hakkın ilke olarak savunulması ile bu hakkın kullanılması (fiili durum) arasında ayrım yaparlar. Vurgulamak isterim: Bu ayrımı yapmayanlar ezilen/sömürge ulus milliyetçiliğine gerekli olmayan bir ödün vermiş olurlar. Komünist-devrimciler, bir ulus kendi politik kaderini belirleyecek diye, üniformalı ya da üniformasız olan işçilerin, kentin ve kırın yoksul kitlelerinin birbirlerini öldürmelerine neden olacak bir savaşın çıkmasını kabul edemezler. Özgürlük ve sosyalizm savaşımına zarar verecek bir savaşa neden olabilecek bir politikanın dolaylı ya da dolaysız destekçisi olamazlar. Böylesi bir politika ve savaş nedeniyle, Türkiye ve Kuzey-Kürdistan’daki politik koşulların da özgürlük ve sosyalizm savaşımının çıkarlarına zarar verecek biçimde kötüleşmesi de kabul edilemez.

Savaşa ve gerici iç savaş (14) tehlikesine karşı tutum ve görevler

Veriler, belirleyici kara savaşları olmaksızın Suriye’de süren savaşın kısa sürede sona erme olasılığı olmadığına işaret ediyor. Bölgesel emperyalist yeniden-paylaşım savaşına militanca karşı çıkan komünist-devrimciler,  TC’nin de dolaysız olarak taraf olacağı olası bir kara savaşının çıkmasını önleme politikası izlerler. Var olan savaş-karşıtı eylemlere devrimci bir karakter kazandırmaya çalışmak da komünist hareketi oluşturan komünist örgütlerin, çevrelerin ve bireylerin görevleri arasındadır.  Bu amaçla, dünya ölçeğinde ve bölge devletlerindeki, özellikle savaşı yürüten devletlerdeki, komünist-devrimcilerle, savaş-karşıtı olan bütün ilerici güçlerle ilişki kurarak, var olan ilişkileri sağlamlaştırarak, savaş-karşıtı savaşımın uluslararası karakterini güçlendirmeye çalışırlar.

TC’nin dolaysız olarak taraf olacağı bir kara savaşının önlenememesi durumunda, komünist-devrimciler ‘kendi’  devletlerinin de öznesi olduğu gerici savaşı, kapitalist Türk devletinin yenilgisini ve yıkılmasını amaçlayan devrimci bir iç savaşa dönüştürme politikası uygularlar. Bu savaş TC devletinin sınırları içinde sürüyor olsa bile.  Yurt savunması adı altında, gerici-emperyalist bir savaşta gerici TC’nin desteklenmesi kabul edilemez. Savaşın hangi devletin sınırları içinde sürdüğü, orduların nerede bulundukları ikincil bir sorundur. Sorunun özü, savaşı hangi sınıfların ve devletlerin hangi sınıfsal çıkarlar,  amaçlar ve politikalar için yaptıklarıdır. (15) Olası bir kara savaşının Türkiye ve Kuzey-Kürdistan’a yayılması durumunda, komünist-devrimciler, emperyalist-gerici saldırganlığa karşı yurt savunması görevini üstlenirler ve savaşı anti-emperyalist devrimci savaşa dönüştürme politikasını uygulamayı sürdürürler.

Türkiye ve Kuzey-Kürdistan’da gerici bir iç savaşı önleme görevi


AKP, daha fazla gerici önlemler almak ve devlet şiddetini artırmak yoluyla politik iktidarını sürdürmek için devletlerarası bölgesel bir savaşın kışkırtıcılığını yapmakla yetinmiyor, şoven Türk milliyetçiliğini ve Kürt düşmanlığını körükleyerek gerici iç savaş kışkırtıcılığı da yapıyor. TC’nin dolaysız taraflarından biri olacağı saldırgan-yayılmacı bir savaş, yalnızca Suriye’de yaşayan değişik etnik ve mezhepsel kimliklere sahip olan sınıf ve katmanların birçok yönden zarar görmelerine neden olmakla kalmıyor, Türkiye ve Kuzey-Kürdistan coğrafyasında devletin baskısını daha da artırmasına neden oluyor. Olaylar Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki politik ortamın giderek daha da sertleşeceğine işaret ediyor. Örneğin, Ortadoğu’daki gelişmelere de bağlı olarak, özellikle Kuzey-Kürdistan’ın bazı il ve ilçelerinde sıkıyönetim ilan edilebilir. Askeri bir darbe olasılığı da söz konusudur. Gerici-emperyalist paylaşım savaşı, etnik ve dinsel-mezhepsel temelde kutuplaşmayı keskinleştirebilir, sınıfsal temelde değil de etnik ve hatta mezhepsel temelde gelişecek bir iç savaşın kışkırtılmasına neden olabilir. 

Sosyalist devrimci savaşımın öznesi olan, yani sosyalizm için savaşım yürütebilecek özelliklere sahip olan sınıflar ve toplumsal katmanlar özünde burjuva nitelikli olan ulusal haklar için birbirlerine karşı savaşmayı reddetmelidirler. Türk, Kürt ve diğer etnik kökenlerden işçilerin ve kentin ve kırın yoksullarının gerici bir iç savaşın tarafları olmalarının önlenmesi komünist-devrimcilerin en yakıcı görevleri arasındadır. Ulusal haklarının savunuluyor olması gerekçe gösterilerek, halklar arasında iç savaşın patlak vermesine neden olabilecek politikaların propaganda edilmesi ve uygulanması eleştirilmeli ve kesinlikle reddedilmelidir. Halkların birbirlerini ‘boğazlamaları’, diğer şeylerin yanı sıra, bütün etnik kökenlerden işçilerin ve kentin ve kırın yoksullarının devrimci politik savaşımını örgütlemek ve yaygınlaştırmak yoluyla da, önlenmeye çalışılmalıdır.

TC’nin Kuzey Kürdistan’da sömürgeci boyunduruğu güçlendirmek ve ‘iç cepheyi’ sağlamlaştırmak için yürüttüğü savaş ve Kürt ulusal hareketinin sömürgeciliğe karşı direniş savaşı bugünkü koşullarda komünist hareket açısından da en yakıcı güncel sorunlar arasındadır. Ama, TC sınırları içinde süren sömürgeci boyunduruğu güçlendirme savaşına ve Suriye’de yaygınlaşma ve şiddetlenme eğilimi gösteren savaşa karşı savaşımın yakıcı güncel bir görev olması, komünist hareketin dikkatini temel görevlerinden uzaklaştırmasına neden olamaz. Komünist hareket güçlerini hesapsızca kullanamaz. Komünist-devrimciler komünist bakış açısından politika önceliklerini belirlerler. Onlar politikalarının odağına komünist hareketle işçi sınıfı hareketini birleştirmeyi koyarak komünist bir politik isçi hareketi örgütlemeye çalışırlar. Özellikle büyük kentlerdeki büyük kapitalist işletmelerde her günkü çalışmasını yoğunlaştıran ve güçlendirmeye çalışan komünist hareket, kimi güncel görevleri, örneğin Ortadoğu’nun yeniden-paylaşımı savaşının devletlerarası savaşa evrilmesini engelleme görevi, işçi sınıfı temeline dayanan sosyalist savaşımının önüne geçirmezler. İsçi sınıfı hareketi içinde gerici-emperyalist bölgesel bir savaş ve gerici bir iç savaş tehlikesine karşı propaganda ve ajitasyon yapmayı ve savaş-karşıtı bir hareket örgütlemeyi sosyalist devrimci savaşımın bir parçası olarak ele alırlar. Politik gerçekleri açıklama çalışması ve politik iktidarı teşhir kampanyasını bu savaşımın bir bileşeni olarak görürler.

Gizli devrimci örgütleri sağlamlaştıralım!

Türkiye ve Kuzey-Kürdistan coğrafyası, 12 Eylül 1980 askeri-faşist diktatörlüğü döneminden bu yana, işçi sınıfı ve diğer emekçiler ve ilerici, demokrat-devrimci ve komünist-devrimci politik güçler ve özel olarak Kürt halkı için büyük tehlikelerle dolu bir politik iklimi ilk kez yaşıyor.

Komünist-devrimciler, var olan politik krizin yol açabileceği en kötü sonuçları hesaplayarak, her günkü devrimci görevlerini olanaklı olan en iyi biçimde yerine getirmeye çalışırken, sahip oldukları olanakları en verimli ve amaca en uygun olarak kullanarak örgütlerini sağlamlaştırmak zorundadırlar. Bazı il ve ilçelerde sıkıyönetim ilan edilmesine ve hatta askeri bir diktatörlüğün kurulmasına neden olabilecek ve giderek sertleşen politik ortam, komünist-devrimcilerin önüne gizli örgütlerini gözden geçirmek ve güçlendirmek için ‘olağandan öte’  önlemler alma görevini koyuyor.  Komünist örgütlerin güvenliği ve çalışmalarının sürekliliği ancak böyle sağlanabilir. Bu görevler arasında yazılı ve yazılı olmayan yeraltı basınının örgütlenmesi özel bir öneme sahiptir.

Komünist-devrimciler öncelikler sorununda olduğu gibi, olanakların kullanılması sorununda da uzun erimli amaçları/görevleri çıkış noktası olarak alırlar. Onlar, sınırlı kadro olanaklarını, kitle ilişkilerini, bu ilişkilerin yarattığı olanakları, para ve teknik olanakları en verimli biçimde kullanırlar. TC’nin Kuzey-Kürdistan’da sürdürdüğü sömürgeci savaşa ve onun Suriye’de süren savaşı şiddetlendirmeye ve yaymaya yönelik savaş kışkırtıcılığına karşı her günkü politik savaşımı, politik öncelikleri ve sahip olunan olanakları en ayrıntılı olarak hesaplayarak yürütürler.

Komünist-devrimci hareket, böylesi bir politik kriz döneminde gerekli politik uyanıklığı göstererek olanaklarını en verimli ve amaca yönelik olarak kullanarak gizli örgütlerini sağlamlaştırmayı başarabilecek mi?  

A.H.Yalaz
5 Mart 2016

-----

(1) ‘Ortadoğu’ nitelemesi Avrupa-merkezli bakış açısının ürünüdür. Yaygın olarak kullanılması nedeniyle, kolaylık olsun diye, bu niteleme bu yazıda da kullanılmaktadır.
(2) Bu blok içinde TC’nin başoyuncu olduğu bir alt-bloğun varlığından da söz edilebilir. Bu alt-bloğun temel amacı Baas rejiminin yıkılması ve yerine politik İslamcı bir politik sistemin kurulmasıdır. Baas rejiminin uzun süre direnebilmesi, Baas rejiminin seçeneğinin İŞİD ya da diğer politik İslamcı politik ve askeri güçler olması ve özellikle Rus emperyalist devletinin savaşa dolaysız olarak katılması sonucu değişen güç ilişkileri nedeniyle, ABD-bloğu, Suriye’de etki alanı sınırlandırılmış Esad’sız bir Baas rejiminin, geçici bir süre için bile olsa, sürmesini tercih edebilir. Siyonist Israil devleti de bu blokun içindedir. Suriye ordusunun stratejik tesislerini bombalamaktan tutun da politik İslamcı silahlı gruplara destek vermek ve Hizbullah militanlarına karşı suikastlar örgütlemek gibi eylemlerle savaşan taraflardan biri oldu. Dikkat çekilmesi gereken bir nokta da, Israil devletinin güvenliğini sağlamlaştırmanın ABD politikasının bir unsuru olmasıdır.
(3) Özellikle mücadele alanının etnik yapısı nedeniyle,  daha çok Rusya-bloğunun içinde fiilen yer alan ve işbirlikçi olarak nitelenemeyecek ulusal kurtuluşcu ya da ulusal reformist güçler de var. Suriye savaşında, devletlerin yanı sıra, adı duyulmamış çok sayıda, kimi rakamlara göre yüzlerce, politik olarak ilerici ve gerici örgüt ve örgüt koalisyonları da rol oynuyor.
(4) Yazı boyunca PYD’nin söz edildiği her yerde aynı zamanda Yekîneyên Parastina Gel (YPG, Halk Koruma Birlikleri) ve Yekîneyên Parastina Jin (YPJ, Kadın Savunma Birlikleri) gibi silahlı kuvvetlere de gönderme yapılmaktadır.
(5) IŞİD’in ortaya çıkışı ve bölgede ve dünyada oynadığı rol ayrıntılı olarak ele alınmalıdır. IŞİD, Ortadoğu’nun, özel olarak Irak’ın ve Suriye’nin, yeniden-paylaşımı savaşında başoyunculardan biridir. TC ile İŞİD arasındaki ilişki ikili bir karaktere sahiptir. Hem çatışıyorlar, hem de bağlaşıklık ilişkisi sürdürüyorlar. İŞİD, verili durumda, TC’nin bazan dolaysız bazan da dolaylı bağlaşığıdır.
(6) GOİ konusunda iki bölümden oluşan ‘Bir Emperyalist Yeniden Yapılandırma Projesi: Geniş Ortadoğu İnisiyatifi ’ başlıklı yazıma başvurulabilir.
(7) Rusya, Suriye’deki politik ve askeri etkisini güçlendirmek için savaşmanın yanı sıra, kendi devlet güvenliği için de savaşıyor. Rus emperyalist devletinin, Suriye’de savaşan, kolaylık olsun diye ‘ politik İslamcı’  olarak tanımlanabilecek olan savaşçıların savaş sonrası Rusya’ya ya da Rusya’ya komşu olan ülkelere geri dönmeleri durumunda Rusya’da ve onun politik-ekonomik etkisi altında olan ülkelerde ‘cihatçı’  denilen savaşımı sürdürecekleri ya da alevlendirecekleri kaygısı da var. Bir başka deyişle Rusya Suriye’de kendi devlet güvenliği için, gelecekte ortaya çıkabilecek olası devlet-içi sorunları önlemek için de savaşıyor.
(8) Rus savaş uçağının düşürülmesinin nedenleri ve böylesi bir olaydan hangi devletlerin vb. çıkar sağlayacakları ya da sağladıkları ayrıca ele alınmalıdır. Bu soruna ilişkin olarak birçok soru sorulabilir. İşte bu sorulardan bazıları: Hangi istihbarata dayanarak Rus savaş uçağı düşürüldü? Rus devleti kışkırtma yoluyla kendi pilotlarını ve uçağını feda ederek TC’yi askeri tepki göstermeye zorlayarak onun Suriye’de oynayabileceği politik ve askeri rolü sınırlamaya mı amaçladı? Böylece Suriye’ye daha fazla askeri yığınak yapma olanağı bulmaya mı çalıştı? TC, ABD ve NATO’yu kendi Suriye politikasının uygulanmasının araçları olarak kullanmak mı istedi? ABD, Rus uçağının düşürülmesi durumunda TC’yi kendine ve NATO’ya daha bağımlı duruma mı getirmeyi mi planladı?
(9) ‘Müslüman Kardeşler’ hareketine ilişkin bilgi edinmek isteyenlere, görece sınırlı bir kaynak çalışmasının ürünü de olsa, İngilizce yazılmış ‘Political İslam’ başlıklı iki bölümden oluşan yazımı salık vermek isterim.
(10) Kuzey-Kürdistan’ın kimi kentlerinde süren kent savaşlarının çıkmasında PKK’nın rolünün ne olduğu ve kent savaşlarının başlatılmasının zamanlaması da ayrıca ele alınması gereken konulardır. PKK’nin bölgede oynadığı ve oynayabileceği rol, onun emperyalist devletlerle ve bölge devletleriyle ilişkileri gibi sorunlar da.
(11) ‘Demokratikleşme’ kavramının içeriği ayrı bir tartışma konusudur.
(12) PKK ve PYD (Güney Kürdistan’da Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi, Partiya  Çareseriya Demokratik a Kurdistan [PÇDK] ve Doğu-Kürdistan’da Kürdistan Özgür Yaşam Partisi, Partiya Jiyana Azad a Kurdistanê [PJAK]) aynı ideolojik-politik çizgiye (bu çizgi, özünde, yıllar içinde birçok kez değiştirilen PKK çizgisidir) sahip olan yurtsever Kürt ulusal hareketinin Kürdistan ölçeğinde örgütlenmesinin parçalarıdır. Bu partiler ‘kardeş’ partiler olarak da nitelenebilirler. Koma Civakên Kurdistan (KCK, Kürdistan Topluluklar Birliği) bu ideolojik-politik çizginin ‘şemsiye’ örgütüdür.
(13) Anımsatmak isterim ki, PKK ve PYD gibi yurtsever Kürt örgütler ve onlara ideolojik-politik olarak yakınlık duyanlar ve onları adeta eleştirisiz destekleyenler tarafından söz edilmemesi tercih edilse bile, Kobani’nin savunulmasında ve gerici IŞİD saldırısından kurtulmasında ABD emperyalizminin hava kuvvetlerinin müdahil olması büyük, belki de belirleyici bir rol oynadı. Verili durumda, PYD’nin hem ABD emperyalist devletiyle, hem de Rus emperyalist devletiyle fiili ‘ bağlaşıklık’ ilişkisi vardır. Bu ilişkinin politik çözümlemesi ve nasıl bir yol izleme potansiyeli taşıdığı ayrıca ele alınmalıdır.
(14) ‘Kuzey-Kürdistan’da TC Sömürgeciliğine Karşı Direniş Savaş’ı ’  başlıklı yazıda yazdığım gibi “ Kuzey-Kürdistan’da süren ve temel olarak bir kent savaşı özelliği taşıyan savaş, klasik anlamda bir iç savaş değildir. Bu savaş, TC açısından bir sömürge savaşı niteliği taşırken, Kürt ulusu ve Kürt ulusal hareketi açısından sömürgeci boyunduruğa karşı ulusal direniş savaşıdır.”
Genel olarak ulusal soruna, özel olarak Kürt ulusal sorununa ilişkin görüşlerim hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için, yukarıda gönderme yapılan yazının yanı sıra, bu sitedeki  (www.bilimselsosyalizm.net) “Ulusal Sorun ve Komünist Örgütlenme ” başlıklı kitapçığa ek olarak,  ‘Sömürgeci Türk Devleti Kürdistan’dan Defol !’  ve “Kürt ulusunun kendi politik kaderini tayin hakkı ve  ‘barış süreci ’” başlıklı yazıların okunmasını öneririm.
(15) Savaş ne zaman yurt savunması için yürütülen bir savaştır, ne zaman gerici bir savaştır? TC’nin bir kara savaşına dolaysız olarak katılma riskinin var olduğu verili durumda sorulması ve yanıtlanması gereken temel soru savaşı hangi sınıflar, devletler vb. hangi amaçlar için yapıyorlar sorusudur. Örneğin, büyük bir askeri başarı olarak kabul edilen Çanakkale Savaşı, kendini ‘sol’ olarak tanımlayan çevrelerde bile sanıldığının tersine, Osmanlı İmparatorluğu için bir yurt savunması değil, emperyalist-gerici bir savaştı.  Neden mi? Çünkü, Osmanlı İmparatorluğu Birinci Emperyalist Yeniden Paylaşım savaşını yürüten iki emperyalist ittifaktan biri içinde yer alıyordu. Çanakkale Savaşı bu emperyalist yeniden paylaşım savaşının bir evresiydi. Vurgulamayalım ki, yurt savunması üzerine komünist tutum ayrıntılı olarak ele alınması gereken teorik bir sorundur da.