|
Ekim Devriminin Dördüncü Yıldönümü Üzerine (V.İ.Lenin) |
25 Ekim’in (7 Kasım) dördüncü yıldönümü yaklaşıyor.
Bu büyük gün bir o kadar geride kaldıkça, Rusya’daki proleter devrimin önemi bir o kadar berraklaşıyor, biz de bir bütün olarak çalışmamızın pratik deneyimlerinin anlamını bir o kadar derinden idrak ediyoruz.
En kısa —ve tabii ki bütünüyle tamam ve tam olmayan— özeti ile bu anlam ve bu deneyim şöyle özetlenebilir:
Rusya’da devrimin dolaysız ve en yakın görevi burjuva-demokratik görevdi: ortaçağ kalıntılarını ortadan kaldırmak, onu son taşına kadar yok etmek, Rusya’yı bu barbarlıktan, bu yüzkarasından, ülkemizdeki her kültür ve ilerlemenin bu en büyük frenleyicisinden temizlemekti.
Ve biz; halkın geniş kitlesine etkisi açısmdan bu temizliği, 125 yıl önceki Büyük Fransız Devrimi’nden daha kararlı, hızlı, akıllıca, başarılı bir şekilde, çok daha kapsamlı ve derinlemesine gerçekleştirdiğimizden dolayı haklı bir gurur duyabiliriz.
Hem anarşistler ve hem de küçük-burjuva demokratları (yani bu uluslararası toplumsal tipin Rus temsilcileri olarak Menşevikler ve -517- Sosyal-Devrimciler, burjuva-demokratik devrimin sosyalist (yani proleter) devrimle ilişkisi üzerine inanılmaz derecede fazla karışık şeylerden söz ediyorlardı ve ediyorlar. Bizim bu noktada Marksizmi doğru bir şekilde kavradığımız, bizim önceki devrimlerin deneyimlerini doğru bir şekilde değerlendirdiğimiz, dört yıl içinde bütünüyle ve tamamiyle doğrulanmıştır. Biz başka hiç kimsenin yapmadığı şekilde, burjuva-demokratik devrimi sonuna dek götürdük. Biz tamamiyle bilinçli, emin ve sapmadan; ileriye, sosyalist devrime, onun bir Çin Seddiyle burjuva-demokratik devrimden ayrılmadığı bilinciyle, (sonunda) ne kadar ilerleyebileceğimize, önümüzdeki yüce görevin hangi bölümünü yapabileceğimize, zaferlerimizin hangi bölümünü kalıcı olarak garantileyebileceğimize ancak mücadelenin karar vereceği bilinci ile yürüyoruz. Bunu zaman gösterecek. Fakat daha şimdiden de toplumun sosyalist dönüşümünde —mahvolmuş, acı çeken, geri bir ülke için— muazzam çok şeyin yapılmış olduğunu görüyoruz.
Fakat devrimimizin burjuva-demokratik içeriği üzerine düşüncelerimizi sürdürelim. Marksistler için bunun ne anlama geldiği açık olmalıdır. Açıklama için canlı örnekler alalım:
Devrimin burjva-demokratik içeriği, yani ülkenin toplumsal ilişkilerinin (durumların, kurumların) ortaçağa ait şeylerden, sertlikten, feodalizmden temizlenmesi.
1917 yılında Rusya’da serfliğin esas tezahürleri, artıkları, kalıntıları hangileriydi? Monarşi, kast sistemi, toprak sahipliği ve toprak kullanımı, kadının durumu, din, milliyetlerin baskı altında tutulması. Bu “Augias” ahırlarından herhangi birini alalım —geçerken söyleyelim, bunlar bütün ileri devletlerde onların burjuva-demokratik devrimlerinin 125, 250 ve daha fazla yıl önce (İngiltere’de 1649′da) gerçekleştirilmesi sırasında önemli ölçüde temizlenmeden bırakılmıştı— bu Augias ahırlarından herhangi birini alalım, bizim bunları bütünüyle temizlediğimiz görülür. 25 Ekim (7 Kasım) 1917′den başlayıp, Kurucu Meclis’in dağıtılmasına (18 [5] Ocak 1918) kadarki yalnızca on hafta içinde biz bu alanda, burjuva-demokratların ve liberallerin (Kadetler) ve küçük-burjuva demokratlarının (Menşevikler ve Sosyal-Devrimciler) sekiz aylık iktidarında yaptıklarından bin kat daha fazlasını yaptık. -518- Bu korkaklar, gevezeler, kendini beğenmiş narsistler ve Hamletler kâğıttan kılıçlarla el-kol salladılar — ve monarşiyi bile yok etmediler! Biz tüm monarşist pisliği, daha bir eşi görülmedik şekilde süpürüp attık. Yüzyıllardan kalma kast yapısını taş üstünde taş, tuğla üstünde tuğla kalmamacasına yıktık (İngiltere, Fransa ve Almanya gibi en ileri ülkeler hâlâ bugüne kadar bu kast sisteminin izlerinden özgür değillerdir!). Kast sisteminin en derin köklerini, yani toprak sahipliğinde feodalizmin ve serfliğin kalıntılarını kökünden söktük. Büyük Ekim Devrimi’nin tarımdaki dönüşümlerinden “en sonunda” ne olacağı “üzerine münakaşa edilebilir” (yurtdışında böylesi münakaşalarla meşgul olabilecek yeteri kadar yazar-çizer, Kadet, Menşevik ve Sosyal-Devrimci vardır). Şimdi bu münakaşalarla zaman kaybetmeye hiç isteğimiz yok, çünkü biz bu münakaşayı ve buna bağımlı bir koca yığın münakaşa sorununu mücadeleyle karara bağlıyoruz. Fakat münakaşa götürmez olgu, küçük-burjuva demokratlarının sekiz ay boyunca mülk sahipleriyle, serflik geleneklerinin koruyucularıyla “anlaştıkları”, bizim ise birkaç hafta içinde hem bu mülk sahiplerini ve hem de onların tüm geleneklerini Rus toprağının üstünden tamamiyle süpürüp attığımızdır.
Dini, ya da kadınların haktan yoksunluğunu, ya da Rus olmayan milliyetlerin baskı altında tutulmasını ve hak eşitsizliğini alalım. Tüm bunlar burjuva-demokratik devrimin sorunlarıdır. Küçük-burjuva demokrasisinin ikiyüzlüleri sekiz ay boyunca bunun üzerine gevezelik ettiler; dünyanın en ileri ülkeleri arasında bu sorunların burjuva-demokratik yönde tamamiyle çözüldüğü tek ülke yoktur. Bizde bunlar Ekim Devrimi’nin yaşamasıyla tamamiyle çözülmüştür. Dine karşı gerçekten mücadele ettik ve ediyoruz. Tüm Rus-olmayan milliyetlere kendi öz cumhuriyetlerini ya da özerk bölgelerini verdik. Rusya’da kadının haklardan yoksun olması ya da tam hak eşitliğinin olmaması gibi serfliğin ve ortaçağın; bencil burjuvazi ve aptal, korkutulmuş küçük-burjuvazi tarafından dünyanın istisnasız bütün ülkelerinde yeniden temcit pilavı gibi öne sürülen bu şok edici kalıntısı gibi böyle bir rezalet, kepazelik ve aşağılık şey yoktur. -519- Tüm bunlar burjuva-demokratik devrimin içeriğidir. Bir buçuk ve iki buçuk yüzyıl önce bu devrimin (eğer bu genel tipin her ulusal türünden sözedeceksek, bu devrimlerin) ileri önderleri halklara, ortaçağın ayrıcalıklarından, kadının hak eşitsizliğinden, şu ya da bu dinin (ya da “din fîkri”nin, bir bütün olarak “dinsellik”in) ayrıcalığından, millliyetlerin hak eşitsizliğinden insanlığı kurtaracaklarına söz vermişlerdi. Bu sözü verdiler, ama bu sözü tutmadılar. Tutamazlardı da, çünkü — “kutsal özel mülkiyete” “saygı” buna engel oluyordu. Bizim proleter devrimimizde bu üç defa lanet olası ortaçağa ve bu “kutsal özel mülkiyet”e bu lanet olası “saygı” yoktu.
Fakat burjuva-demokratik devrimin kazanımlarını Rusya’nın halklarının sahip olduğu şeylerin sağlam bir parçası yapmak için ilerlemeye devam etmek zorundaydık, ve ilerledik de. Burjuva-demokratik devrimin sorunlarını; ilerlerken, geçerken, bizim esas ve gerçek, bizim proleter-devrimci, sosyalist çalışmamızın “yan ürünü” olarak çözdük. Reformlar —bunu her zaman söyledik— devrimci sınıf mücadelesinin bir yan ürünüdür. Burjuva-demokratik dönüşümler —dedik ve bunu olgularla ispatladık— proleter, yani sosyalist devrimin bir yan ürünüdür. Geçerken değinelim ki, “ikibuçukuncu”[173] Marksizmin Kautsky, Hilferding, Martov, Çernov, Hillquit, Longuet, MacDonald, Turati ve tüm diğer kahramanları, burjuva-demokratik ve proleter sosyalist devrim arasındaki böylesi karşılıklı ilişkiyi anlamak istemiyorlar. Birincisi ikincisine doğru büyür. İkincisi geçerken birincinin sorunlarını çözer. İkincisi birincinin eserini pekiştirir. İkincinin birinciyi ne ölçüde aşacağına, mücadele ve ancak mücadele karar verir.
Sovyet düzeni bir devrimin diğerine bu dönüşümünün tam da canlı bir onaylanması ya da tezahürüdür. Sovyet düzeni işçiler ve köylüler için azami demokratizmdir ve aynı zamanda burjuva demokratizmiyle kopuş ve yeni, evrensel önemde bir demokrasi tipinin, yani proleter demokratizmin ya da proletarya diktatörlüğünün doğuşu demektir.
Bırakın can çekişen burjuvazinin ve onun kuyruğunda giden küçük-burjuva demokrasisinin köpekleri ve domuzları ve bizim Sovyet -520- düzenimizi inşadaki başarısızlıklarımız ve hatalarımız yüzünden üstümüze küfür, beddua ve alaylar yağdırsınlar. Gerçekten birçok başarısızlıklarımız olduğunu ve hatalar yaptığımızı ve hâlâ yapmakta olduğumuzu bir an bile unutuyor değiliz. Sanki böylesine yeni, daha önce hiç görülmemiş bir tip devlet düzeninin yaratılması gibi tüm dünya tarihi için yeni bir eser, hiç başarısızlığa uğramadan ve yapmadan ortaya konabilirmiş gibi! Başarısızlıklarımızı ve hatalarımızı, Sovyet ilkelerini hayata uygulamada henüz mükemmel olmaktan son derece uzak halimizi düzeltmek için hiç şaşmadan mücadele edeceğiz. Fakat Sovyet devletinin kuruluşuna başlamak ve böylelikle dünya tarihinde yeni bir çağ, bütün kapitalist ülkelerde ezilen ve her yerde yeni bir yaşama, burjuvaziyi yenmeye, proletarya diktatörlüğüne, insanlığın sermayenin ve emperyalist savaşların boyunduruğundan kurtuluşuna doğru ilerleyen yeni sınıfın egemenlik çağını açmak şansı bizim olduğu için de haklı bir gurur duyabiliriz ve duyuyoruz.
Emperyalist savaşlar sorunu, bugün dünyaya hakim olan; ve kaçınılmaz bir şekilde yeni emperyalist savaşlar yaratan, kaçınılmaz bir şekilde zayıf, geri ve küçük halkların bir avuç “ileri” güç tarafından ulusal bakımdan ezilmesini, yağmalanmasını, soyulmasını ve boğulmasını duyulmamış ölçüde artırmayı beraberinde getiren finans-kapitalin uluslararası politikası sorunu, işte bu sorun 1914′ten beri dünyanın tüm ülkelerinin tüm politikasında bir köşetaşı olmuştur. Sorun, burjuvazinin gözlerimizin önünde hazırladığı, göz göre göre kapitalizmden kaynaklanmakta olan gelecek emperyalist savaşta, (1914-1918 savaşında ölen 10 milyon insan ve bugün hâlâ sürüp gitmekte olan tamamlayıcı “küçük” savaşlarda ölenlerin yerine) 20 milyon insanın yokedilip edilmemesi, (kapitalizmin sürüp gitmesi halinde) kaçınılmaz bir şekilde yaklaşan savaşta (1914-1918 yıllarında sakatlanan 30 milyon insan yerine) bu kez 60 milyon insanın sakatlanıp sakatlanmaması sorunudur. Bu sorunda da Ekim Devrimimiz dünya tarihinde yeni bir çağ açmıştır. Burjuvazinin uşakları ve bunların Sosyal-Devrimciler ve Menşevikler kılığındaki, bütün dünyanın güya “sosyalist” küçük-burjuva demokrasisi kılığındaki uzantıları,”emperyalist savaşın içsavaşa -521- dönüştürülmesi” şiarıyla alay ettiler. Fakat bu şiarın tek gerçeklik olduğu, kuşkusuz hoş olmayan, kaba, çıplak, insafsız, ve fakat en ince şovenist ve pasifist yalanlar denizi içinde biricik gerçeklik olduğu görüldü. Bu yalanlar şimdi yıkılıyorlar. Brest Barışı’nın ne olduğu ortaya çıktı. Ve Brest barışına göre çok daha kötü bir barış olan Versailles barışının anlam ve sonuçları her geçen gün daha acımasız bir şekilde ortaya çıkıyor. Ve, dünkü savaşın ve yaklaşmakta olan savaşın nedenleri üzerine kafa yoran milyonlarca insanın önünde daha açık, daha belirgin, daha su götürmez bir şekilde şu acı gerçek ortaya çıkıyor: Emperyalist savaştan ve bunu kaçınılmaz şekilde yaratan emperyalist barıştan, emperyalist dünyadan, bu cehennemden, Bolşevik mücadele ve Bolşevik devrim dışında kurtuluş yoktur.
Bırakın burjuvalar ve pasifistler, generaller ve küçük-burjuvalar, kapitalistler ve ikiyüzlüler, tüm imanı bütün hıristiyanlar, İkinci ve İki-buçukuncu Enternasyonal’in bütün şövalyeleri bu devrime kızgınlıklarını kussunlar. Onlar, yüzlerce ve binlerce yıldır ilk kez kölelerin, köle sahipleri arasındaki bu savaşa, “Köle sahiplerinin ganimeti paylaşmak için sürdürdükleri bu savaşı, tüm ulusların kölelerinin, tüm ulusların köle sahiplerine karşı savaşına dönüştürelim!” şiarıyla açık bir şekilde cevap vermesini, bu tarihsel gerçeği hiçbir kızgınlık, iftira ve yalan seliyle değiştiremeyeceklerdir.
Yüzlerce, binlerce yıldır ilk kez bu şiar, anlamsız ve zavallı bir şiar olmaktan çıkıp, açık ve kesin bir siyasi program halini aldı, proletaryanın önderliğinde, ezilen milyonlarca insanın etkili bir mücadelesine, proletaryanın ilk zaferine, savaşların yokedilmesi yolundaki ilk zafere, sermaye kölelerinin zararına, ücretli işçilerin zararına, köylülerin zararına, emekçilerin zararına hani şu barış imzalayıp savaş yapan çeşitli ülkelerin burjuvazisinin ittifakı üzerinde bütün ülkelerin işçilerinin ittifakının ilk zaferine dönüştü.
Bu ilk zafer, nihai zafer değil henüz, Ekim Devrimimiz bu zaferi emsalsiz cefalar ve güçlükler, işitilmemiş acılar içinde, ve kendi payımıza büyük başarısızlıklar ve hatalarla gerçekleştirdi. Sanki başarısızlıklar olmaksızın, hatalar yapılmaksızın, tek başına geri bir halk, dün- -522- yanın en güçlü ve ileri ülkelerinin emperyalist savaşlarının üstesinden gelebilirmiş gibi! Hatalarımızı kabul etmekten korkmuyoruz ve biz bunları, bu hataları düzeltmesini öğrenmek için soğukkanlılıkla değerlendireceğiz. Fakat olgu şudur ki: yüzlerce, binlerce yıldır ilk kez köle sahipleri arasındaki savaşa, kölelerin bütün köle sahiplerine karşı bir devrimle “cevap vermek” için verilen söz tamı tamına yerine getirildi — ve tüm güçlüklere rağmen yerine getirilecek.
Biz başlangıcı yaptık. Ne kadar zamanda, ne zaman, hangi ulusun proleterleri bu eseri sonuna kadar vardırırlar, bunun önemi yok. Önemli olan, buzun kırılmış, yolun açılmış ve gösterilmiş olmasıdır.
“Anavatanı koruyoruz” diye ikiyüzlülüğe devam edin bütün ülkelerin kapitalist efendileri — Japon’un anavatanını Amerikan’ınkine, Amerikan’ınkini Japon’unkine karşı, Fransız’ınkini İngiliz’inkine karşı vs. vs.! İkinci ve İkibuçukuncu Enternasyonal’in şövalye efendileri, bütün dünyanın pasifist ve küçük-burjuvalan ve ikiyüzlüleri ile birlikte, yeni “Basel Manifestoları” ile (1912 Basel manifestosu [174] örneğini izleyerek) emperyalist savaşa karşı mücadele sorunundan “sıyrılmaya” devam edin! İlk Bolşevik devrim dünyadaki ilk yüz milyon insanı emperyalist savaştan, emperyalist dünyanın elinden kurtardı. Bundan sonraki devrimler bütün insanlığı bu savaşlardan ve bu dünyanın elinden çekip kurtaracaktır.
Son görevimiz, aynı zamanda en önemli, en güç ve en az tamamlanmış görevimiz, yıkılmış feodal ve yarı yıkılmış kapitalist yapının yerine yeni sosyalist yapı için ekonominin inşası, ekonomik temelin kurulmasıdır. En çok başarısızlık ve hata ile bu en önemli ve güç görevde karşılaştık. Sanki, dünya çapında böylesine yeni bir işe başarısızlıklar ve hatalar olmaksızın başlanabilirmiş gibi! Fakat biz bu işe başladık. Bu işi devam ettireceğiz. Şimdilerle “Yeni Ekonomik Politika” ile bir sürü hatayı düzeltmekle meşgulüz, bir küçük-köylüler ülkesinde bu hatalara düşmeden sosyalist yapının inşasına nasıl devam edileceğini öğreniyoruz.
Karşılaştığımız güçlükler ölçülemeyecek derecede büyük. Fakat biz ölçülemeyecek derecede büyük güçlüklerle mücadeleye alışığız. -523- Düşmanlarımız bize boş yere “kaya gibi sağlam insanlar”, “kemik gibi sert bir politika”nın savunucuları demiyorlar. Fakat devrimde gerekli olan bir başka sanatı da, hiç değilse belirli bir ölçüye kadar olsun öğrendik: esneklik, taktiğimizi hızla ve aniden değiştirebilmek, değişen nesnel koşulları göz önünde bulundurmak, eğer daha önceden tuttuğumuz yolun içinde bulunduğumuz zaman dilimi içinde amaca uygun olmadığı, imkânsız olduğu ortaya çıkmışsa, hedefimize varacak değişik bir yol seçmek.
Coşkunluk dalgasına kapılmış olan, halkın önce genel politik, sonra da askeri coşkunluğunu uyandırmış olan bizler, bu coşkunluk dalgası sayesinde, genel politik ve askeri sorunlar kadar büyük olan iktisadi sorunları da çözebileceğimizi sandık. Bir küçük-köylüler ülkesinde, proleter devletin dolaysız emirleriyle, devlet üretimini ve ürünlerin devlet eliyle dağıtımını komünistçe düzenleyebileceğimizi hesaplıyorduk — ya da daha doğrusu, yeterli şekilde hesaplamadan, varsayıyorduk. Hayat hatalarımızı bize gösterdi. Birtakım geçiş aşamaları gerekiyordu: komünizme geçişi hazırlamak için, yıllar sürecek bir çalışma ile hazırlamak için, devlet kapitalizmi ve sosyalizm. Sadece duyulan coşku temelinde değil, fakat büyük devrimin yarattığı coşkunun yardımıyla, kişisel çıkarı, -kişisel atılımı ve iş ilkelerine dayalı bir iktisadı kullanarak, bir küçük-köylüler ülkesinde devlet kapitalizminden sosyalizme geçmek için önce sağlam taşlar koyma işine girişmeliyiz; aksi takdirde komünizme varamayız, aksi takdirde milyonlarca ve on milyonlarca insanı komünizme götüremeyiz. İşte hayat bize bunu öğretti. İşte devrimin nesnel gelişme doğrultusu bize bunu öğretti.
Ve üç dört yıl içinde (eğer gerekiyorsa) keskin dönüşler yapmayı biraz olsun öğrenmiş olan bizler gayretle, dikkatle, sabırla (fakat hâlâ yeterince gayretli, dikkatli ve sabırlı olmamakla birlikte) yeni dönüş olan “Yeni Ekonomik Politika”yı öğrenmeye başladık. Proleter devlet dikkatli, titiz ve bilgili bir “işadamı”, çalışkan bir toptancı tüccar olmalıdır, yoksa bu devlet bu küçük-köylüler ülkesini iktisadi bakımdan ayakta tutamaz. Şimdiki durumda (hâlâ) kapitalist blokla yan yana yaşadığımız bugünkü koşullar içinde sosyalizme geçebilmek için başka -524- hiçbir yol yoktur. Bu toptancı tüccar, komünizme yerle gök kadar uzak bir iktisadi tip gibi görülebilir. Fakat işte bu, canlı yaşamın içindeki; köylünün küçük işletmesinden devlet kapitalizmi yoluyla sosyalizme götürecek çelişkilerden biridir. Kişisel çıkar üretimi artırır; ve bizim herşeyden önce, ne pahasına olursa olsun elde etmemiz gereken şey üretimi artırmaktır: Toptancı ticaret, milyonlarca küçük köylüyü, onlara çıkar sağladığı için iktisaden birleştiriyor, birbirine bağlıyor ve bir sonraki adıma, bizzat üretimde birlik ve beraberliğin çeşitli biçimlerine götürüyor. Ekonomik politikamızdaki gerekli değişikliklere başladık bile. Bu konuda, pek büyük olmamakla birlikte, kısmi de olsa kuşkusuz bazı başarılarımızı gösterebiliriz. Bu konuda yeni bir “bilim”in hazırlık sınıfını bitiriyoruz artık. Sebatlı bir şekilde usanmadan çalışırsak, her adımımızı pratikteki deneyimlerimizle sınarsak, başlanmışı tekrar tekrar değiştirmekten, hatalarımızı düzeltmekten korkmazsak ve bunun anlamını derinlemesine tahlil edersek, bir üst sınıfa da geçebiliriz. Dünya iktisadiyatı ve politikası bu işi istediğimizden daha can sıkıcı ve güç bir duruma sokmasına rağmen, bütün bu “öğrenimi” yapacağız. Ne pahasına olursa olsun, geçiş dönemi acıları, ızdırap, açlık ve yıkıntı ne denli büyük olursa olsun, cesaretimizi kırdırmayacağız ve eserimizi zaferle sonuçlandıracağız.
14 Ekim 1921
————- [173] Lenin burada “İkibuçukuncu Enternasyonal” ya da “Viyana” Enternasyonali de denen “Uluslararası Sosyalist Partiler Birliği”ni kastediyor. Bu Birlik, II. Enternasyonal’den geçici olarak ayrılan ve III. Enternasyonali girmemiş olan sosyalist partilerin, Şubat 1921′de Viyana’da yapılan konferansında kurulmuştu. Bu birliğe katılanların arasında Kautsky, Hilferding ve ortaklarının liderliğinde Almanya Bağımsız Sosyal-Demokrat Partisi (bkz. Not 171), İngiltere Bağımsız İşçi Partisi ve İsviçre Sosyalist Partisi vardı ve Konferans bunların girişimiyle toplandı. “İkibuçukuncu Enternasyonal’e savaş zamanından kalma Kautsky tipi ortayolcular önderlik ediyordu ve Birlik’in amacı işçi kitleleri arasında giderek etki kazanan Komünist Enternasyonal’in etkisini kırmaktı. Bu Enternasyonal, proletaryanın silahlı ayaklanma yoluyla iktidarı ele geçirmesi ve burjuvazinin “sabotajı” sözkonusu olduğu durumda diktatörlüğe geçilmesi olanağını sözde kabul ediyor, ne var ki gerçekte, savaş sırasında bütün sosyalist partilerdeki ortayolcuların görevi olan, sosyal-demokrasinin işçi sınıfına ihanetini gizliyordu. İkibuçukuncu Enternasyonal, Mayıs 1923′te II. Enternasyonal’e katıldı. (s. 519)
[174] Lenin’in “II. Enternasyonal’in Çöküşü” adlı makalesinin 1. ve 2. bölümleri (bkz. bu baskının V. cildi [Seçme Eserler, c. 5, -İnter Yayınları]) 1912 yılının Basel Manifestosu’nu ele almaktadır (bu Manifesto, savaş tehlikesine karşı mücadele amacıyla Basel’de toplanan II. Enternasyonal Olağanüstü Kongresi’nde kabul edilmişti). “Yeni Basel Manifestoları”ndan Lenin, II. Enternasyonal’in, savaştan sonraki ilk Uluslararası Konferansı’nda (Şubat 1919, Bern) kabul edilen ikiyüzlü kararlarını anlıyor. Bu Konferans’a gerek ortayolcular (Alman “Bağımsızları” Kautsky ve ortakları ve diğer ülkelerin ortayolcuları) gerekse de açık sosyal-şovenler katılmıştı. Ayrıca Lenin, İkibuçukuncu Enternasyonal’in Şubat 1921′de yapılan kuruluş konferansında kabul edilen karan da “Yeni Basel Manifestosu” olarak tanımlıyor. (s. 522)
Kaynak: Lenin, Seçme Eserler, Cilt 6, çev.: Saliha N. Kaya, İnter yay., 1995, s. 516-524
bilimselsosyalizm.net’un kullandığı kaynak: http://stalinkaynak.com/arsiv/2006/12/23/ekim-devriminin-dorduncu-yil-donumu-uzerine-vilenin/
|
|
|