 HALKIN PARLAMENTER AVANAKLIĞI ve SINIFSAL KUTUPLAŞMANIN ZORUNLULUĞU
22 Temmuz 2007 parlamento seçimlerini, iç ve uluslararası büyük sermayenin ve onun IMF, Dünya Bankası gibi kurumlarının, ABD emperyalizminin, AB’li emperyalist devletlerin destekledikleri Adalet ve Kalkınma Partisi’nin % 47’ye yakın bir oy oranıyla kazanması, diğer birçok şeyin yanı sıra, işçi sınıfının sınıf bilinci sorununu ayrıntılı olarak tartışmayı komünist-devrimci hareketin gündemine almayı gerektiriyor.
Seçim sonuçlarının gösterdiklerinden biri odur ki, Türkiye ve Kuzey-Kürdistan seçmeni politik, sosyal ve kültürel olarak sağ eğilimlidir. Türkiye ve Kuzey-Kürdistan halkının kültürel ve dinsel olarak tutucu olduğu, değişen derecelerde milliyetçi, özellikle Türk milliyetçisi, olduğu bilinmeyen bir şey değil. Bu seçimler Türkiye ve Kuzey- Kürdistan toplumunu tanımak bakımından veri zenginliği sunuyor. Bu veriler işçi sınıfının politik olgunluk derecesini değerlendirmek açısından da kullanılabilir. Engels’in “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” başlıklı eserinde belirttiği gibi, “genel oy hakkı, işçi sınıfının olgunluğunu ölçmeyi sağlayan göstergedir. Bugünkü devlet içinde bundan daha çok hiç bir şey olamaz ve hiç bir zaman da olmayacaktır.” Parlamento seçimlerinde işçi sınıfı da genel oy hakkını kullandı. Şimdi sıra onun politik olgunluk derecesine ilişkin çözümleme ve değerlendirme yapmakta. Bunu yapabilmek için işçi kentleri ve semtlerindeki işçi oylarının partilere ve bağımsız adaylara dağılımına ilişkin somut bilgilere gereksinim var. Özellikle komünist-devrimci ve sosyalist olma savındaki diğer bağımsız adaylara verilen oylara ilişkin bilgiye.
22 Temmuz 2007 parlamento seçimlerinin sonuçlarının gösterdiklerinden biri de, toplumsal sınıflar arasındaki ilişkilerde, özellikle işçi sınıfıyla genel olarak kapitalist sınıf arasındaki ilişkilerde sınıf bilincine dayanan kutuplaşmanın işçi sınıfı açısından yetersiz olduğudur. Kapitalist sınıfın değişik fraksiyonları, özellikle işbirlikçi büyük sermaye, hangi politik partinin/partilerin kendilerini temsil ettiğini ya da etmesi gerektiğini kendi sınıfsal çıkarlarının bilinciyle saptar, gerektiğinde bu tür partilerin kurulmasına önayak olurlar. Kapitalistler işçi sınıfının çıkarlarını savunan, işçi sınıfını temsil eden politik partileri desteklemezler. Onların sınıf bilinci buna engeldir. Ama, işçi sınıfı, kapitalistlerin çıkarlarını temsil eden burjuva partilere oy verir. Dahası, geniş işçi kitleleri böylesi partilerin seçimleri kazanmalarını, kendilerinin sömürülmelerinin ve baskı altında tutulmalarının koşullarını oluşturacak veya bu koşulların sürekliliğini sağlayacak bu partilerin hükümet kurmalarını, yani devletin günlük yönetimini ellerinde tutmalarını, davul zurnayla kutlarlar.
22 Temmuz seçimleri bir kez daha göstermiştir ki, sınıf bilincine sahip kapitalist sınıf karşısında sınıf bilincinden yoksun bir işçi sınıfının varlığı Türkiye’nin sosyolojik-politik bir gerçeğidir. Devrimci hareketin kimi öğeleri tarafından görece sık kullanılan “halkımız her şeyin farkındadır” sözünün ne denli yanlış olduğunu anlamak isteyenler seçim sonuçlarını bir de bu perspektiften çözümleyip yorumlasınlar.
Yalnızca sosyalizm adına hareket eden kimi örgütler, çevreler ve kişiler parlamenter avanaklık yapmazlar, halk da parlamenter avanaklık yapar. Türkiye ve Kuzey-Kürdistan halkının politika anlayışı ve bilinci buna uygundur. Halk ve işçi sınıfının ezici bir çoğunluğu politikayı partiler aracılığıyla yapılan bir şey olarak anlarlar ve onlar arasında parlamenter politika anlayışı egemendir. Halk burjuva partiler aracılığıyla yapılan politikaya aşırı önem verir, hatta ondan başka politika tanımaz. Parlamento-dışı politika, kimi kısa süreli dönemler dışında, gerekli ilgiyi görmez. Politika deyince burjuva parlamentosuna temsilci göndermeyi anlayan ezici bir halk çoğunluğunun varlığı parlamenter avanaklığı besler. Halk dalkavukluğu yapanlar anlayamaz, daha doğrusu anlamak istemezler bunu. Dahası, temsil edildiği varsayılan böyle bir avanaklığa yatkın olduğu içindir ki, onu ideolojik, politik ve örgütsel olarak temsil etme iddiasında bulunanlar, ona devrimci anlamda önderlik etmek için uğraşmak yerine, bu konuda da ona ayak uydururlar. Halkımızın parlamenter avanaklığı halkımızla tartışılmalıdır. Kendilerini sosyalist olarak tanımlayan kimi politik çevreler kendi parlamenter avanaklıklarından kurtulmak için halkın parlamenter avanaklığına karşı savaşım yürütmek zorundadırlar; ama bunu yapabilecek ideolojik-politik karakterden yoksundurlar. Bu konuda da görev komünist-devrimcilere düşüyor. Komünistler, işçi sınıfıyla onun parlamenter avanaklığını tartışmanın uygun ve etkili yollarını bulmak zorundadırlar.
İşçi sınıfının sömürüden kurtuluşu savaşımında komünist-devrimci harekete gerekli olan genel olarak halk, özel olarak da işçi sınıfı kuyrukçuluğu ve dalkavukluk değil, gerektiğinde işçi sınıfına eleştiri silahını çevirmektir. İşçi sınıfı kapitalist sınıftan bağımsız çıkarlara sahip olan bir sınıf olduğunu öğrenmek zorundadır. Komünist-devrimcilerin görevi bunu öğrenmelerinde ona yardımcı olmak ve önderlik etmektir.
Toplumsal işbölümüne dayanan, dolayısıyla da sınıflara ve katmanlara bölünmüş kapitalist bir toplumda yaşıyoruz. Böylesi bir toplumsal işbölümü ve sınıfsal yapı olduğu içindir ki, sermaye, işçi sınıfının yarattığı artık-değere el koyarak varlığını sürdürüyor/sürdürebiliyor. Kurbanlarının kanından beslenerek yüzyıllarca yaşama olanakları bulan vampirler gibi! İşçilerin, bizzat kendileri tarafından yaratılan artık-değere el koyarak sermaye birikim sürecini sürdüren, sömürülmeleri ve ezilmelerinin ekonomik, sosyal, hukuksal ve politik koşullarını oluşturan ve koruyan kapitalist sınıfın farklı fraksiyonlarını temsil eden kapitalist partileri desteklemeleri, kendi sınıf düşmanlarıyla birlikte aynı partilere oy vermeleri büyük bir çelişki olmasının yanı sıra, özel olarak irdelenmeyi gereken bir olgudur da. Geniş işçi kitlelerinin böylesi bir politik davranış içine girmesi bir yanılsamanın, yanlış bilincin ürünüdür. Türkiye ve Kuzey-Kürdistan toplumunda gereksinimi duyulan şey, kapitalizm insanlık tarihinin bir gelişme aşaması olarak geride bırakılacaksa eğer, kapitalist sınıfla, özellikle emperyalist sermaye ve emperyalist devletlerle işbirliği yapan kesimleriyle kent ve kır proletaryası ve kent ve kır yarı-proletaryası arasındaki azami sınıfsal kutuplaşmadır. Etnik ve ulusal kökene değil, sınıfsal konuma dayanan toplumsal bir kutuplaşma. Sınıf barışı değil, sınıf savaşı. A.H.Yalaz 23 Temmuz 2007
|