Bilimsel Sosyalizm
   Nederlands                               www.bilimselsosyalizm.net  March 23 2023 01:47:17  
   Açılış_sayfanız_yapın  Sık_Kıllanılanlara_Ekle

   Ana Sayfa
   Yazılar/Broşürler
   Görüşler
   Komünist Hareketten
   Devrimci Basından
   Sol Hareketten
   Felsefe
   Katkılarınız
   Arşiv
   Sitede Ara
   Bağlantılar
   İletişim

English
   Home
   Opinion
   Revolutionary Press
   Left Movement
   Philosophy
   Site search
   Web links
   Contact



KOMÜNİST HAREKETİN SORUNLARI, GÖREVLERİ ... -1-
Yazılar-BroşürlerKOMÜNİST HAREKETİN SORUNLARI, GÖREVLERİ VE ÖNCELİKLERİNE GENEL BİR BAKIŞ VE ÖNERİLER (1) (A.H.Yalaz)

Giriş

Birkaç gruptan oluşan Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist hareketinin yeniden partileşme sürecini yaşadığı tarihsel koşullarda, genel olarak partileşme sürecini, bu süreçte komünist hareketin sorunlarını, görevlerini ve önceliklerini enine boyuna irdelemek ve açıklamak yaşamsal bir öneme sahiptir. (2) Ne var ki, bu yazı, Türkiye ve Kuzey Kürdistan proletaryasının partileşme sürecini ve Türkiye komünist hareketinin görevlerini özel olarak konu almayacaktır. Bunlar başka yazıların konusu olacaktır. Şimdilik bazı saptamalar yapmakla yetinmek istiyorum.

Kendilerini proletaryanın komünist partisi olarak ilan eden parti-öncesi iki komünist politik örgütün (3) iddialarına karşın, Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist hareketi, 1920 yılında Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşuyla ilk partileşme sürecinin sona erdiğini kabul edersek, yeniden partileşme sürecini yaşıyor. Önderlerinin genel olarak orta yaşlı komünist kuşağa ait olmalarına, bütün olgunluk savlarına ve gösterilerine karşın, ideolojik, politik ve örgütsel olarak hala çocukluk aşamasından geçiyor. (4) Bu nedenle de bu aşamanın hastalıklarından kurtulabilmiş değil. Örneğin, kendine parti unvanı verme bir yana, yalnızca kendini komünist görme gibi. Teorik bir gerekçe de bulunmuşa benziyor: komünist partisi kurulunca parti-dışı komünist grupların var olma koşulları hem tarihsel, hem de pratik olarak ortadan kalkar.

Bu yazıda komünist hareketin çocukluk hastalıklarını da ayrıntılı olarak ele alacak değilim. Bu yazının görevi, genel çizgileriyle de olsa, dünya ve Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist hareketinin içinde bulunduğu duruma ve partileşme sürecinin özelliklerine, sorunlarına, görevlerine ve önceliklerine ilişkin düşüncelerimi Bilimsel Sosyalizmcilerle ve komünizme yakınlık duyanlarla bir kez daha paylaşmak ve onların eleştirel değerlendirmesine sunmaktır.

Bunca yıldan sonra hala aynı sorunlarla uğraşıyor olmak, itiraf etmek gerekir ki, acı veriyor insana. Ama, çözülmedikleri sürece, ilk kez ele alındıklarından bu yana on yıllar geçse de, sorunları yeniden ele almak zorunlu bir görev. Yirmi yıldan fazla bir süredir, birçok kez bu sorunu işledim, komünistlerin ilgisini uyandırmaya çalıştım ve onları görevlerini yerine getirmeye çağırdım. “Parti Sorunu ve Hareketimizin Görevleri Üzerine” başlıklı 14 Nisan 1981 tarihli yazıda şöyle yazıyordum: (5)
“Özellikle son 3 yıldır, dönüp dolaşıp konuşa geldiğimiz, ele aldığımız bir sorundur proletarya partisinin yeniden kurulması sorunu. Bu sorun çözülmeden kaldıkça da bu böyle devam edecektir. Bir kaçınılmazlıktır bu. Bu sorunun yanı sıra, birçok diğer sorunu da tekrar tekrar ele almak zorunda kalmadık mı? Örneğin, hareketimizin hata ve zaaflarını defalarca tartışmadık mı? Ve tartışmayacak mıyız? Lenin’in dediği gibi, ‘... yeniden ele almak kararını vermediğimiz tek bir görev yoktur. Bir yenilgiden sonra meseleyi yeniden ele almak, her şeyi baştan aşağı değiştirmek, meselenin çözümüne ne şekilde yaklaşmak gerektiğine ikna olmak, kesin doğru olmasa bile hiç değilse tatmin edici bir çözüm bulmak; biz böyle çalıştık, gelecekte de böyle çalışmak gerekir.’ (Strateji ve Taktik, Aydınlık yayınları, s. 42)

Proletarya partisinin yeniden kurulması sorununu çeşitli yönleriyle tekrar titizlikle ele almak zorundayız. Bütün dikkatimizi bu sorun üzerinde toplamak, diğer sorunları bu hayati sorunun çözümüne bağlı olarak ele almak zorundayız. Türkiye işçi sınıfının dikkatini, özellikle fabrika işçilerinin dikkatini de bu doğrudan görevine çekmeliyiz.”
Dünya ve Türkiye ve Kuzey Kürdistan Komünist Hareketinin Duruma Genel Bir Bakış

Dünya komünist hareketi ve onun bir parçası olan Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist hareketi tarihinin en ağır krizini geçiriyor. Marksist-Leninist teori ve pratiğin geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi için atılan adımlar, sosyalizmin saygınlığının dünya işçileri ve diğer geniş emekçi kitlelerin gözünde dibe vurduğu ve özellikle sosyalizmi, hatta komünizmi temsil ettiği propaganda edilen bürokratik-burjuva diktatörlük sistemlerinin çöküşü ile birlikte anti-komünist saldırıların daha da azgınlaştığı tarihsel politik koşullarda, kendini ve geçmişi savunma mekanizmasının daha da güçlü olarak işlemesi nedeniyle, zayıf, ürkek ve hatta korkak oluyor. Komünist olan ve komünizmi savunma savında olan birçok politik örgüt, çevre, vb. kendinden hoşnut olmanın, daha doğrusu ayakta kalmış olabilmeyi başarabilmiş olmanın sarhoşluğuna kapılmış durumda. Büyük düşünme, komünist hareketin geçmişine ve bugününe eleştirel yaklaşma, risk alma ve bilinçli-planlı ve sistemli uzun soluklu savaşım, olayların peşinden sürüklenmeyi adeta bir alışkanlık durumuna getiren komünist harekete genel olarak yabancı. Araştırma ve sorgulamanın ortaya çıkaracağı sorunlardan ve sonuçlardan da korkuluyor. Yıllar akıp gidiyor; dünyanın içinde bulunduğu genel durum büyük teorik ve politik çözümlere davetiye çıkarıyor. Ancak, ne yazık ki, kendini on yılların birikimi, daha doğrusu yükü olan ağır ideolojik-teorik, politik ve örgütsel sorunların altında bulan komünist hareket, bu yükleri kaldırabilecek ne ideolojik, politik ve örgütsel olgunluğa, ne de teorik güç, donanım ve dinamizme sahip.

Genel olarak dünya komünist hareketi, özel olarak Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist hareketi geçmişine, özel olarak da Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP)’ne ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nde sosyalist bir toplum kurmanın teori ve pratiğine Marksizm-Leninizm biliminin gerektirdiği eleştirel yaklaşımda bulunmadı ya da bulunamadı. Bundan dolayıdır ki, Komintern’in, SBKP’nin ve SSCB’nin bürokratik-revizyonist yozlaşmasının nedenleri tarihsel süreçleri içinde derinlemesine araştırılmadı, sorgulanmadı ve gereken dersler çıkarılmadı. Yapılan, bürokratik-revizyonist yozlaşma süreçlerini, şu ya da bu partinin ve/veya parti-içi kliğin, iç ve uluslararası tarihsel süreçlerden koparılmış ihanetiyle açıklamaya çalışmak oldu. Onlara neden olan iç ve uluslararası nesnel ve öznel etmenler saptanıp çözümlenmeden sözü edilen süreçlerin sonuçlarına karşı savaşım verilmeye çalışıldı. Saptanmak zorundadır ki, büyük devrimci değer taşımakla birlikte, böylesi eksik, hatta yanlış donanımlı savaşım istenen sonucu vermedi. Komünist hareket çok yönlü ve son derece ağır olan krizini atlatmak bir yana, kriz daha da ağırlaştı. Yeni bir toplum projesi olarak komünist toplumun alt aşaması (sosyalizm), on yıllardır kapitalist topluma karşı ciddi bir seçenek durumuna gelemedi.

Dünya komünist hareketinin sorunlarına ve sosyalist toplum kurma deneylerine Bilimsel Sosyalizmci eleştirel yaklaşımdan yoksunluk nedeniyle, sosyalizmin sorunlarının irdelenmesi söz konusu olduğu ölçüde, meydan komünist olmayanlara ve hatta komünizm düşmanlarına bırakıldı. Kendi kendisiyle ve bu arada kendi geçmişiyle Bilimsel Sosyalizmciliğe yaraşır biçimde hesaplaşma geleneği oluşturamamış, sorunları diyalektik ve tarihsel materyalizme göre ele alma ve yorumlama yeteneği gösteremeyen devrimci kuşaklar, doğallıkla, sorgulayıcı davranma yerine, kendisine aktarılanı olduğu gibi kabul etme yolunu izlemeyi daha kolay buldular. Hem zihinsel tembellik ve kendi teorik yeteneklerine ve kapasitesine güvensizlik, hem de komünizm düşmanlarına karşı savunma psikolojisinin baskısı altında bilimsel kuşkuculuk gereken ilgiyi görmedi. Nadiren çıkan sesler, genel eğilimi biraz rahatsız etse de, devrimci uyandırıcı bir etki yapmaktan uzak kaldı. İdeolojik ve politik düşman güçlere karşı kendini savunma psikolojisi teorik statükoculuğu, teorik statükoculuk da savunma psikolojisini besliyordu ve beslemeyi sürdürüyor. Bu duruma Bilimsel Sosyalizmci bir cüretle saldırmakta oldukça geç kalındı. Ama, yaygın bir deyişle, zararın neresinden dönülürse kardır.

Eleştiri silahını daha gerilere de çevirme söz konusu olduğu sürece vurgulanması gereken noktalardan biri de, Lenin başta olmak üzere Rusya komünistlerinin ve diğer ülkelerden komünistlerin İkinci Enternasyonal revizyonist-oportünizmine karşı Bilimsel Sosyalizmci savaşımı başlatmada gecikmiş olmalarıdır. Lenin’in önderliğinde Rusya komünistleri ve diğer ülkelerin komünistleri, İkinci Enternasyonalin açık ihanetine karşı devrimci tutum takınarak ve sosyal-reformist İkinci Enternasyonalin karşısına Komünist Enternasyonali çıkararak dünya komünist ve işçi hareketine büyük bir hizmette bulundular. Ancak, kabul etmek gerekir ki, onlar, Alman Sosyal-Demokrat Partisi (ASDP)’nin bürokratik-revizyonist yozlaşma sürecini yaşadığını, bürokratik bir sosyal-reformist düzen partisi durumuna geldiğini saptayamadılar, onun yozlaşmasına zamanında karşı çıkamadılar. Asıl önemli olan açık revizyonist ihanetten sonra ASDP’ye ve onun önderlik ettiği İkinci Enternasyonal revizyonizmine karşı tutum almak değil, onun gelişimini önceden görmek ve daha ağır zararlar vermeden ona karşı savaşım bayrağını kaldırmak ve komünistlere ve sınıf-bilinçli işçilere önderlik etmekti. Bilimsel Sosyalizmci önderlik bunu gerektirir. Bu anlamda, başta Lenin olmak üzere komünistler görevlerini yapmadılar ya da yapamadılar. Uluslararası komünist hareketin, sonuçlarının ortaya çıkması on yıllara yayılan, ağır bedeller ödemesinin nedenlerinden biri de işte bu başarısızlık oldu.

Ne Yapılmalı?
Dünya kapitalist sistemine karşı dünya ölçeğinde pratik bir sosyalist seçenek yok. Her şeyden önce, böyle bir seçeneği örgütleyecek güçlü bir küresel komünist hareketten/partiden ve ülkesel komünist partilerden yoksunuz. Varolduğu kadarıyla da kronik bir krizle boğuşan dünya komünist hareketi, yalnızca kendi çabasıyla da çıkamaz bu krizden. Komünist hareketin iç öznel sorunları da toplumsal savaşımdan kopuk olarak çözülemez. Toplumsal savaşımın, kendiliğinden bile olsa işçi sınıfı hareketinin, özellikle de işçi sınıfının politik hareketinin yükselmesiyle komünist hareketin krizden çıkışı arasında yakın bir ilişki vardır. İşçi sınıfı hareketi hemen tamamen ekonomik mücadele sınırları içinde kalmasının yanı sıra, eski gücünden de çok şey yitirmiştir. Politik işçi hareketi sınırlı ve zayıftır. Bu iki hareket, güçsüz bir işçi sınıfı hareketi ve güçsüz bir komünist hareket, karşılıklı olarak birbirlerini koşullandırmaktadırlar.

Kapitalizme karşı sosyalist seçeneğin örgütlenebilmesi için, her şeyden önce genel olarak dünya, özel olarak da Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist hareketinin içinde bulunduğu durum, sorunları, görevleri ve öncelikleri iyi saptanmalıdır. Dönem teorik yeniden üretimin, geçmişi ve bugünü eleştirel gözden geçirmeye de dayanarak, gerçekleştirilmesi ve ideolojik-politik olarak en gelişmiş ve en özverili emekçi ve aydın devrimcileri propaganda yoluyla komünizme kazanma dönemidir. Komünistler kapitalizmin geçirdiği evrimi bilimsel olarak çözümleme ve açıklama uğraşı çerçevesinde kendi hareketlerinin krizinin nedenlerini kavramadan, kendi krizlerini çözme işine bilinçli-planlı ve örgütlü olarak başlamadan, kapitalizmin krizinden Bilimsel Sosyalizmci anlamda gereği gibi yararlanamazlar. Başka sözcüklerle, kapitalizmin gelişme aşamalarının çözümlenmesi ve kavranışıyla komünist hareketin gelişme aşamalarının çözümlenmesi ve kavranışı sorunları iç içe geçmişlerdir. Bunları birbirinden koparan bir yaklaşım yanlıştır; ve artık yitirmeye tahammülümüz olmayan çok değerli zamanı yitirmekten ve başarısızlığa uğramaktan başka bir sonuç vermez. Ama, vurgulanmalıdır ki, kapitalizm genel olarak dünya düzeyinde, özel olarak Türkiye ve Kuzey Kürdistan düzeyinde çok yönlü ve ağır bir kriz içinde debelenirken komünist hareket bundan yararlanıp kitleselleşemiyor ve ideolojik-teorik, politik ve örgütsel olarak olgunlaşamıyorsa asıl neden komünist hareketin iç zaaflarında aranmalıdır.

Komünistler, her şeyden önce, “Komünist kimdir?” sorusuna doğru yanıt vererek komünist hareketin kronik krizden çıkışı için güçlerini birleştirmelidirler. Hangi ideolojik-politik gelenekten gelirse gelsinler, bugün komünist ideolojik-politik karaktere sahip olan ve dünya ve Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist hareketinin içinde bulunduğu durumu kavrayan; yeniden partileşme sürecinin sorunları ve görevleri konularında, genel çizgileriyle de olsa, görüş birliği içinde olan örgütlü ve örgütsüz bütün komünistlerin ivedi olarak yakın ilişki kurmaları ve komünist hareketin sorunlarını ve görevlerini enine boyuna ele almaları zorunludur. İçinde bulunulan durumu, sorunları, görevleri ve öncelikleri kavrayan ve var olan duruma saldırmaya cüret eden ya da bu cüreti gösterme potansiyeli taşıyan komünistler arasında, ülkesel, bölgesel ve uluslararası düzeyde, henüz örgütsel birlik düzeyinde olmasa bile, en yakın işbirliği sağlanmalı ve işbölümü yapılmalıdır. Böylesi bir uğraşın, aynı zamanda, dünya komünist hareketinin merkezi olarak örgütlenmesi için savaşımın bir parçası olduğu görülmelidir. Komünist hareketin her türlü olanağı, her şeyden önce de kadro olanakları, saptanan görevlerin, özellikle de önceliklerin yerine getirilmesi için bilinçli-planlı olarak kullanılmalıdır.

Bugün, gerek dünya düzeyinde, gerekse Türkiye ve Kuzey Kürdistan düzeyinde komünist güçler dağınık ve önderlikten yoksun durumdadırlar. Bilimsel Sosyalizmci önderlik eksikliği/devrimci önderlik boşluğu komünist hareketin belli başlı güncel özelliklerinden biridir. Önderlik krizi komünist hareketin krizinin bir unsurudur. Hem de can alıcı önemde bir unsuru. Bırakınız kapitalizme karşı sosyalist bir seçeneği örgütleme işine önderlik etmeyi, komünist hareketin bizzat kendisi, karşı karşıya bulunduğu sorunları kavrayıp gereğini yapabilecek bir önderlikten yoksun. İçinde bulunduğu çok yönlü ve derin krizin nedenlerini ve ondan çıkış yolunu bulma uğraşında komünist harekete önderlik edebilecek bir önderlik, Bilimsel Sosyalizmci bir çekim merkezi – işte bugün asıl eksikliğini duyduğumuz şey budur. Komünistler olarak, her şeyden önce hareketimizin önderlik krizine müdahale etmek zorundayız. Bilimsel Sosyalizmci bir önderlikten yoksunluk, on yılların ürünü olan ideolojik-teorik, politik ve örgütsel birikiminin gereği gibi, amaca uygun ve verimli kullanılmasını engellemektedir. Nice emeği içeren ve nice acıların yaşandığı uzun yılların ürünü olan bu birikim, bu azımsanmayacak komünist potansiyel ya atıl bırakılmakta ya da israf edilmektedir. Genel durum budur. Komünist birikim gereği gibi kullanılmamaktadır. Bu büyük ve bağışlanamaz bir mirasyediliktir. Aymazlıktır. Çocukluktur. Amatörlüktür. Başta kendilerini proletaryanın komünist partisi olarak ilan edenler olmak üzere, yalnızca kendilerini komünist olarak değerlendiren komünist örgütler, içinde bulunulan kötü durumun, öznel olarak, bugünkü baş sorumlularıdırlar.

(Öncelikli) görevler saptanırken bugünden geçmişe doğru gidilmeli. Bugünkü dünyayı anlamak ve değiştirmek için komünist hareketin geçmişini anlamak ve dersler çıkararak onu diyalektik olarak aşmak zorundayız. Kapitalizmin ve komünist hareketin geçmişini, tarihe duyulan ilgi ve merak nedeniyle değil, kapitalist sistemi ve içinde bulunduğumuz durumu anlamak ve hem kendimizi, hem de dünyayı değiştirmek amacıyla bilimsel olarak irdelemeliyiz. Kaba inkarcılık ve mirasyedilik değil, diyalektik inkar/aşma. Komünistlere gerekli olan işte budur! “Üçüncü Enternasyonal’i Oportünizm Tüketti” başlıklı kitapçığın (Eylül-Ekim 1993) “Önsöz Yerine” bölümünde yazdığım gibi:
“Yeni bir ayrışma ve yeni bir saflaşma artık daha fazla geciktirilemez. Bilimsel Sosyalizmcilerin teori ve pratiklerini ipotek altına alan teori, politika ve örgüt anlayışları ve biçimleriyle kıran kırana bir hesaplaşmaya girişmekten kaçınılamaz. Deniz bitti. Durumu idare etme dönemi bitti. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma dönemi artık geride bırakılmalı. Ciddi bir irdeleme olmaksızın geçmişi neredeyse körü körüne savunma pratiğine son verme dönemi başlamalı. Geçmişe tutucu bir kıskançlıkla sarılma döneminin yerini, geçmişi devrimci eleştirel yöntemle irdeleme ve sorgulama ve hatta yargılama dönemi almak zorunda. Böylece sosyalist geçmişin doğrularına sahip çıkılabilir ve yanlışları reddedilebilir. İyi olan alınır, kötü olan atılır. Sosyalist geçmişimize bilimsel bir kıskançlıkla sahip çıkılır; anti-komünist saldırılara, hataların, güçsüzlüklerin ve eksikliklerin bilincine varmanın da verdiği bilimsel cesaretle karşı konulur. Dönem, ne biçim altında kendini gösterirse göstersin, dogmatizme, tutuculuğa, düşünsel kireçlenmeye, sözde miras savunuculuğuna ve taklitçiliğe karşı savaş dönemidir. Bu dönemde sert iç mücadelelerden, örgütsel bölünmelerden, şu ya da bu biçimde suçlamalarla karşılaşmaktan kaçınmak komünistlerin işi olamaz.

Artık yakın geçmişteki bölünmeler temelinde saflaşma dönemi de geride kaldı. Marksizm-Leninizm’in temel teorik ve taktik ilkeleri, dünya devriminin temel ve taktik sorunları temelinde yeni bir ayrışma dönemi var dünya komünistlerinin önünde. Gerçekte bu dönem, bu süreç, kimsenin ilan etmesi gerekmeksizin, başlamıştır. Özellikle Sovyetler Birliği, Doğu ve Orta Avrupa ve Arnavutluk’taki yüksek ölçekli depremlerden sonra.” (s. 6-7)
Nesnel nedenlerin yanı sıra, komünist hareketin içinde bulunduğu duruma düşmesinin öznel nedenleri, sorumluluk taşıyan partilerin, kişilerin, vb. teori ve pratikleri komünist ahlaka yaraşır bir yöntemli eleştiriden geçirilmelidir. Eleştiri dışı tutulacak hiçbir parti, kişi, vb. tanınmamalıdır. Komünist hareketin ideolojik-teorik olarak gelişmiş kadrolarının asıl dikkat ve enerjisi içinde bulunulan durumun saptanması, bu durumun nedenlerinin araştırılması, çözümlenmesi, dersler çıkarılması ve çıkış yolunun bulunması üzerinde toplanmalıdır. Bu uğraş, dünya komünist hareketinin programının oluşturulması hedefinin yanı sıra, tekil devletlerde örgütlenen komünist hareketlerin tekil programlarının oluşturulmaları hedefine bağlı olarak yürütülmelidir. (6)

Aynı yerde, diğer şeylerin yanı sıra, dar örgüt çıkarlarının ve hatta kimi kişisel çıkarların büyük sosyalizm davasının önüne çıkarılmasının komünist ahlakla bağdaşmadığına; gerçeği araştırmanın, bulmanın ve açıklamanın komünist ahlak gereği olduğuna; Marksizm-Leninizm’in bir dogma gibi değil, bir toplumsal bilim olarak görülmesi ve kullanılması gerektiğine işaret ettikten ve devrimci bir teorik ve politik yenilenmenin zorunluluğunu vurguladıktan sonra şöyle yazıyordum:
“Kapitalist sistemin seçeneği toplumsal yaşamın bütün düzeylerinde, sosyalist kuruluş deneyimlerinin dersleri ışığında, teorik olarak yeniden kesin ve açık olarak belirtilmeli. Geçmişle hesaplaşmadan sosyalizmin on milyonlar için yeniden umut olmasını beklemeye hakkımız yok. Bizden önceki kuşakların ve bizlerin devraldığı miras kayıtsız koşulsuz olarak kalburdan geçirilmek zorundadır...

Onca yılın teorik çoraklığından sonra teoriyi ve pratiği karşılıklı ilişkileri içinde zenginleştirmek ya da en azından bu alanda bir başlangıç yapmak bugünkü komünist kuşağın en önemli görevleri arasındadır. Dünya sosyalist hareketinin biriktirdiği, bizlere devrettiği onca büyük sorunlar, özellikle de teori alanında, vardır ki, bunları ele alma görev ve sorumluluğundan kaçamayız... Birçok komünist bunun bilincinde olmasa bile yeniden bir canlanma ve netleşme dönemi içindeyiz. Büyük görevleri başarma işine girişmeye cesaret edecek miyiz? Büyük düşünecek ve iddia sahibi olacak mıyız? Yoksa küçük mülk sahibinin o ünlü tutuculuğunun ve küçük hesap adamlığının esiri mi olacağız?” (s. 7-8)

Daha birçok unsura işaret etmek olanaklı. Ancak, özellikle vurgulanması gereken noktalardan biri, geçmişe ilişkin pek bir sorun olmadığı düşüncesidir. Bu, teoriyi bir bilme ve açıklama aracı olarak ele alma konusundaki azgelişmişlikle birleştiğinde son derece yıkıcı, ideolojik-teorik ve pratik gelişmeyi sert olarak frenleyici sonuçlar doğurdu. Doğurmayı da sürdürüyor. Komünistlerin ezici bir çoğunluğu tarafından bunun rahatsız edici bilincinin kazanılmadığı da bir olgu.
.....
Marksizm-Leninizm ve komünizm düşmanı bütün ideolojik ve politik akımlara karşı inatçı, sürekli ve acımasız çok yönlü mücadele yürütmek komünistlerin başlıca görevleri arasındadır. Bu görev durmaksızın sürdürülmeli. Burada duraksamaya yer yoktur. Bu doğru. Ancak bir noktayı da artık kabul etmek ve hiçbir zaman unutmamak gerekir ki, kalıcı devrimci sonuçlar elde edilmek isteniyorsa eleştiri silahımızı daha gerilere de çevirmeliyiz. Eleştiri dışı tutulacak hiçbir teori, parti, kişi tanımamak zorundayız. Yaşananlardan eleştirel sonuçlar çıkarmak gerekliliği söz konusu olduğu sürece SBKP’nin teori ve pratiği (özellikle Stalin’in genel sekreterliği döneminde) ve Sovyetler Birliği’nde sosyalist kuruluş deneyi, varılacak sonuçlardan korkmaksızın, ayrıntılı olarak irdelenmek zorundadır. Böylesi bir görev herkesten önce komünist ya da komünist olma iddiasında olan önderlere düşer...” (s. 10-11)
Değiştirmek istediğimiz dünya kapitalist dünya olduğuna göre, onu olabildiğince iyi tanımak zorundayız. Emperyalizm ve proleter devrimleri çağının bugünkü gelişme aşamasının ayrıntılı olarak çözümlenmesi görevi duruyor önümüzde. Dünya kapitalist sisteminin özellikle 1970’li yılların başlarından bu yana geçirdiği dönüşüm çözümlenmeli ve kapitalizme karşı sosyalist savaşım açısından gerekli teorik, politik ve örgütsel sonuçlar çıkarılmalıdır. Böylesi kapsamlı ve çok yönlü çalışmada dikkatler kapitalist toplumdaki stratejik ilişkiler (sermaye-emek, sermaye-devlet ve emek-devlet ilişkileri) üzerinde yoğunlaştırılmalıdır. Her devrimin en temel sorunu devlet iktidarı sorunu olduğuna göre, devrimle yıkılması gereken kapitalist devletin ulusal ve küresel politik-ekonomik yeniden yapılandırma sürecinde geçirdiği dönüşüme özel bir önem verilmelidir.

Gerek küresel düzeyde, gerekse devlet düzeyinde kapitalist sistemin politik-ekonomik yeniden yapılandırılmasının toplumsal yapı, özel olarak işçi sınıfının yapısı üzerinde etkileri irdelenmelidir. Küresel politik-ekonomik yeniden yapılandırmanın işçi sınıfı hareketi ve komünist hareket üzerinde ideolojik-politik, psikolojik ve örgütsel etkilerinin irdelenmesi varolan durumu kavramak için zorunlu. Böylesi bir çalışma, sözü edilen dönemdeki sınıflar savaşımının çözümlenmesinin bir parçası olacaktır. İşçi sınıfının geçirdiği yapısal değişikliklerin irdelenmesi, aynı zamanda, komünist hareket açısından işçi sınıfı hareketinin ve komünist hareketin örgütlenme ve savaşım biçimleri bakımından da teorik ve pratik sonuçlar çıkarılmasına yol açacaktır. Örneğin, dünya kapitalist sisteminin bugünkü gelişme aşamasında, uluslararası sermayenin giderek güçlenen küresel ve bölgesel merkezileşmesi ve yoğunlaşması, giderek daha büyük ölçüde küresel ve bölgesel politik merkezileşmeyi, dolayısıyla politik tekelciliği doğuruyor ve/veya güçlendiriyor. Sermayenin gerici politik tekeli karşısına işçi sınıfı ve komünistler de en büyük ölçüde merkezileşmiş ve yasal çalışmayla yasadışı çalışmayı en verimli biçimde birleştirebilen, yeraltı çalışmasında ustalaşmış komünist partilerle çıkmak zorundadırlar. Son derece örgütlü bir kapitalist karşı-devrim yine ancak son derece örgütlü bir devrimle yenilgiye uğratılabilir. Bu nedenledir ki, özel olarak vurgulamak gerekirse, örgütlenme sorunları komünist hareketin temel sorunları arasındadır. Ne denli iyi program kaleme alınırsa alınsın, sınıflar mücadelesine ilişkin olarak ne denli doğru stratejik ve taktik politikalar saptanırsa saptansın amaçlara uygun bir örgütlenme yoksa başarı olanaksızdır. Genel olarak mücadele anlayışı, özel olarak da politik mücadele anlayışı ile örgüt anlayışı, işçi sınıfının ne tür bir örgütle politik savaşıma çekileceği ve devrime önderlik etme uğraşında ona yardımcı olunacağı anlayışı birbirine bağlıdır ve karşılıklı olarak birbirlerini koşullandırırlar. (7)

Yazının devamı...


(1) Bu yazının hazırlanmasında 1980’li ve 1990’lı yıllarda konuya ilişkin olarak yazdığım yazılardan ve notlardan geniş ölçüde yararlandım. Yazının okunmasını kolaylaştırmak amacıyla yazılardaki kimi bölümleri ve paragrafları, alıntı yapma yerine, olduğu gibi aldım.
(2) Partileşme sürecine ilişkin düşüncelerin çoğuna 1982 yılının son aylarında ulaştım. Her şey gibi, bu süreç üzerine düşüncelerim de diyalektiğe uygun olarak değişti, gelişti ve olgunlaştı.
(3) Marksist-Leninist Komünist Parti (MLKP) ve Türkiye Komünist İşçi Partisi (TKİP).
(4) Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist hareketinin (ön) ergenlik aşamasında olduğu da söylenebilir. Doğal yaşla ideolojik-politik ve örgütsel yaş arasında büyük bir aralık, hatta uçurum bile olabileceğini görmek isteyenler Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist hareketine baksınlar. Orada dolaysız bir öğretmen bulacaklardır.
(5) Bu yazıyı yazdığım zaman yalnızca TKP/ML Hareketi’nin komünist bir ideolojik-politik kimlik taşıdığını düşünüyordum.
(6) Daha 1980 yılının Mart ayında, görece dar bir yaklaşımla olsa da, komünist hareket açısından teorik sorunların çözümünün öne çıktığını, bu nedenle de ileri kadroların enerjisi anlamında o gün tek komünist örgüt olarak gördüğüm TKP/ML Hareketi’nin esas enerjisinin bu sorunların çözümüne ayrılması gerektiğini vurguladım. Bu sorunların çözümünü komünist hareketin programının oluşturulması görevine uygun olarak ele alınmasını önerdim. Her günkü devrimci savaşımın sürdürülmesiyle bunun çelişmediğini de ekleyerek, önder kadroları inandırmaya çalıştım. Başaramadım. Aradan on yıllar geçti ve hala teori sorunlarının ağır bastığı, hem de oldukça ağır bastığı tarihsel bir dönemden geçiyoruz. Sesimin bu kez daha çok kulakta yankılanacağını düşünüyorum. Benim gibi düşünen başka komünistlerin var olduğunu bilmemin yanı sıra, kriz dönemlerinin çözüm yollarının da arandığı dönemler olmaları nedeniyle, en azından işçi sınıfı hareketinin ve komünist hareketin nesnel durumu buna uygun.
(7) Mücadele ve örgüt biçimlerinin karşılıklı ilişkilerine ilişkin olarak “Üç Konu Üç Yazı” başlıklı kitapçıktaki  “Yayın Organı-Örgüt Diyalektiği Üzerine” başlıklı yazıma bakılabilir.