|
BİR TASLAK ÜZERİNE BAZI ELEŞTİREL DÜŞÜNCELER -2 |
Taslak Var Olan Anadolu Komünist Hareketini Küçümsüyor, Hatta Aşağılıyor Devrimci eleştirel yöntemi kullanmak, bu anlamda eksiklikler ve hatalara karşı acımasız davranmak bir şey, komünist hareketin var olan durumunu ve yakın geçmişini komünist adalete sığmayacak biçimde küçümseyerek, hatta aşağılayarak "eleştirmek" ayrı bir şeydir. Taslak bunun örnekleriyle doludur. Sekter olmaya karşı savaş açmış görünen Taslak sekter olmaktan kurtulamıyor. "Vulgarize edilmiş Marksizme göre" (Anadolu komünist hareketi de bu kabalaştırılmış Marksizmin bir koludur) teori "olsa da olmasa da olur"muş (s.85). "Her olaya ilişkin tutum geliştirmeye çalışmanın (sadece bildiri dağıtmak için ...) olmaması gerekirmiş (s.87). "Kitleler olmadan siyaset" yapıldığından komünist hareketin politikasının değeri "politik olarak yalnızca sıfır"mış. (İyi ki sıfırın altında değil!) Komünist hareketin varlığını devrimci Maoculuğun Türkiye temsilcisi İbrahim Kaypakkaya önderliğindeki TKP(ML) ile başlatan Taslak yazarları açısından, hiç değilse 1975-1980 dönemi için, kitleler olmadan politika yapıldığını savlamak olmaz. Bu yıllarda Anadolu devrimci hareketi on binleri harekete geçirebilen devrimci kitlesel bir karakter kazanmıştı. İşçi sınıfı hareketi içinde kitlesel politik bir etkiye sahip olmamakla karıştırılmamalı bu. Bugün durum oldukça farklıdır. Örgütler kitleselleşemiyorlar. Taslak yazarları, 1980 öncesinin Küçük Asya devrimci hareketinin dünyanın en kitlesel belli başlı hareketlerinden biri olduğunu ya bilmiyorlar ya da unutmayı yeğliyorlar. Bu konuda birçok kişinin yanılgısını paylaşıyorlar. "Komünist geleneğin üyeleri" de " 'eylem'sel varlıklarıyla" "temel çelişkinin beri tarafını, pratik görünümüyle kendilerinin oluşturduğunu düşün"üyorlarmış (s.47). "Türkiye komünist hareketinin bütün ömrü, küçük burjuva radikalizminin egemenliği altında geçmiştir"(s.42) (Nasıl oldu da komünist karakter kazanılabildi?) "Geçmişte her zaman kendinizi emanet edebileceğiniz bir otoriteniz vardı ve size, huzur ve güvenle sadakat düşüyordu..."(s.60) ("Tarihe çekeceğimiz bir çizgi, bize, kendimizi tümden ipotek edeceğimiz hiçbir Marksist akımın olmadığını gösteriyor" [s.58,vurgular bana ait] diye yazabilenlerin yukarıdaki "eleştiriyi" yapabilmeleri ilginç. Bilimde ve komünist politikada "ipotek" olmaz.) "... Örgütlerin ... kendilerini her nasılsa, bir kez oluşturmuş olmaları"ndan söz ediliyor (s.39). Taslak yazarları, Taslak boyunca örnekleri sık olarak görüldüğü gibi, sınıf mücadelesi, onun bir biçimi olarak politik mücadele ve bu mücadelenin, ne denli küçük olursa olsun, herhangi bir örgütlenmeyi gerekli kıldığı, bu mücadeleye katılanların güçlerini birleştirme, yani örgütlenme gereksinimi duydukları vb. gerçeğini anlamamış görünüyorlar. Politik mücadeleye atılanlar ya da kendilerini bu mücadelenin içinde bulanlar, bu sosyalist politik mücadele olmasa da, örgütlenmeyip de ne yapacaklardı? Taslak yazarları politik mücadele anlayışlarını gözden geçirmelidirler. Onların geçmişi ve bugünü yorumlayışlarının materyalist olduğu söylenemez. Onlar "Hay Allah kahretsin, bu örgütler neden zamansız kuruldu!" diye özetlenebilecek bir düşünceye saplanmış görünüyorlar. "Yeterli bir teorik olgunlaşma süreci yaşanmadan pratik-politik ifadelerini (örgütsel yapılarda) bulan Marksizm ..."(s.37) saptaması bunun bir kanıtıdır. Geçmişi politik olarak aşmanın yolu bu olmasa gerek. Örgütlerin kurulmasının "tarihsel bir kazanım" olduğunu belirtmek (s.37), "... ancak Türkiye'de partiyi mümkün kılmak üzere, bir kategorik kazanım olarak, sadece örgütsel kuruluşlar gerçekleştirilmiştir" (s.39) diye yazmak birer süs gibi duruyorlar. En azından yazarların kendi kendileriyle çelişki içinde olduklarını gösteriyorlar. Diğer şeylerin yanı sıra, onlara göre, bizzat örgütlerin varlığı problemin bir parçasıdır. Çünkü, "örgütlerin bugün yaşadıkları tıkanıklığın temel bir nedeni ... pratik-politik faaliyet içinde kendilerini her nasılsa, bir kez oluşturmuş olmalarında aranmalıdır..."(s.39) (Örgütlerdeki egemen anlayışın problemin önemli bir unsuru olduğu doğrudur. Bunu örgütlerin bizzat varlıklarıyla karıştırmamak gerek. Ama öyle bir an gelir ki, parti-öncesi komünist grupların bizzat varlıkları komünist hareketin gelişmesinin önündeki en büyük engeli oluşturabilir. Böylesi bir durumda bu örgütlerin varlıklarına son vermek için çalışmak ivedi bir görev olur. Ama bunun için geçerli bir örgütsel alternatif olmak zorundadır. "Yeterli bir teorik olgunlaşma"dan anlaşılan nedir? Sınıf mücadelesinin ve özel olarak politik mücadelenin diyalektiği, kendilerini toplum ve devlet sorunlarına müdahale etmek, yani politika yapmak zorunluluğu ile karşı karşıya bulan devrimcilere "yeterli bir teorik olgunlaşma süreci yaşa"ma fırsatı vermemişse örgütleri kuranlar ne yapsınlar? Olaylar, henüz yeni devrimci olmuş genç insanları, büyük düşler kuran, kabına sığamayan ve hemen o an bütün toplumu ve dünyayı değiştirme arzusu ile yanıp tutuşan ve gerek dünyada, gerekse içte sınıf güçleri ilişkilerini, işçi ve emekçi kitlelerin içinde bulundukları nesnel ve öznel durumu vb. doğru değerlendirebilme bilgi ve deneyiminden yoksun olan emperyalizme, kapitalizme, burjuva devlete, faşizme ve burjuva partilere vb. karşı öfke duyan, o içi içine sığmayan atılgan, özveri ruhuyla dolu yiğit insanları örgütler kurma sorunuyla karşı karşıya bırakmışsa ve asıl olarak girdabına alıp götürmüşse bundan dolayı, tersi yöndeki kimi ifadelere karşın, onları suçlamak marksist-leninist politika anlayışına uygun düşer mi? Taslak, son derece haklı eleştiriler içermekle birlikte, örgüt düşüncesini ve örgütü hafife alan, zayıflatan bir yaklaşım içinde. On yıllardır yaşanmakta olan süreçte, özellikle içinde bulunduğumuz alt-dönemde,örgüt düşüncesi zayıflatılmamalı. Tam tersine, yurdumuzda genel olarak kavranamayan (teorik olarak bilinmeyen değil, kavranamayan) ya da grup veya kişi çıkarları öyle gerektirdiği için sözde değil, ama gerçekte yadsınan, örgütün bir araç olduğunu unutmaksızın, onu fetiş durumuna getirmeksizin (bu güçlü bir eğilim olarak zaten var) örgüt düşüncesi, özellikle gizli örgüt düşüncesi güçlendirilmelidir. Örgütlü düşmana karşı "her nasıl" olursa olsun her türlü devrimci politik örgüt kurma girişimi olumlu olarak değerlendirilmelidir. "... Kendi yarattığı cüce gerçeğin peşinde tüm enerjisini harcama durumu..." "Her zaman, 'hareket berekettir', denmiştir."(s.45) "Marksizmin krizine ikinci tepki, 'bereketi harekette aramak' şeklinde dile getirilebilir..."(s.64) Toplumsal ve özel olarak politik olayların peşinden sürüklenip gitmekle, bu anlamda kendiliğindenlikle, "kendi yarattığı cüce gerçeğin peşinde tüm enerjisini harcamak", "hareket berekettir" vb. düşüncelerin egemenliği altında olmak aynılaştırılamaz. Komünist olarak tanımlanan hareket, özel olarak TKP(ML) Hareketi ya da daha somut olarak örgüt önderleri, kendi dar, küçük dünyalarında bir gerçek ("cüce gerçek") yaratmış olup da onun peşine takılmış değildiler. Toplumsal-tarihsel koşullar içinde sınıf mücadelesinin ulaştığı boyutları anlama ve ne yapılması gerektiği konusunda gerekli marksist-leninist teorik donanımdan yoksun olarak (kadrolar ve özel olarak önderler bunun bilincinde olmasalar, kendi gelişmişlik derecelerini hemen her zaman abartmış olsalar da) politik mücadele yürütülmüştür. İşçi sınıfını politikanın odağına koyan bir teorik ve politik-pratik yaklaşımdan ve sosyalizmi işçi sınıfına dayandıran bilimsel bir sosyalizm anlayışından yoksun olarak (bana göre Anadolu komünist hareketi "MZD"nin devrimci anlamda yadsınması sürecinde ortaya çıkmıştır), kendilerinden bağımsız olarak ortaya çıkmış gerçeği doğru bildikleri yönde etkilemeye, değiştirmeye, yeni bir gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olmaya çalışmışlardır. İşçi sınıfının, kentin ve kırın emekçi kitlelerinin ve öğrenci gençliğin eylemlerini güçlendirmeye, onlara devrimci bir karakter kazandırmaya çalışmışlardır. Onları ekonomik ve politik eyleme çekmeye çalışmışlardır. Kitlelere yönelmişlerdir. Yalnızca kendilerini yeniden üretmeye çalışmış değillerdir. Türkiyeli ve Kuzey Kürdistan’lı devrimciler (devrimci küçük burjuva sosyalistleri ya da devrimci halkçı sosyalistler) örgütlenir örgütlenmez, hatta daha önce de, diğer çalışma biçimlerinin yanı sıra, kitle ajitasyonuna başlamışlardır. Ve bunda yanlış olan bir şey yoktur. Tam tersine. Bugün varılan noktadan ya da sonuçlardan hareket ederek geçmiş değerlendirmesi yapmak insanı ilerletmez. Sorunların içinde bulunulan tarihsel koşullar çerçevesinde ele alınması önemli bir yöntem sorunudur. Ne dünün hatalarını, eksikliklerini, güçsüzlüklerini vb. haklı çıkarmaya çalışalım, ne de sözde yeni bir başlangıç yapma adına, her şeye karşın politik olarak selamlanması -ama aşılması da- gereken döneme burun kıvıralım. İnkar edelim; ama inkarcılığımız devrimci olsun. Ve neyi inkar edeceğimiz konusunda düşünce açıklığına sahip olalım. Ve bunu yaparken, komünist olunduğu savında bulunulduğuna göre, komünist adalet duygusuyla davranalım. Unutulmasın ki, Anadolu komünist hareketi, 12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesi kısa süren politik etkinliğine karşın, dünyanın en güçlü birkaç hareketinden biriydi. Bugün de öyle. Hatta son yıllarda çeşitli ülkelerde görülen güçten düşme, dağılma, bölünme vb. nedenlerle daha üst sıralara tırmandı. Bugünkü zayıf durumuna karşın. "... 1970'li yılların başından beri tarih, politik kulvarda, 'gereğinden çok ileri gitme' şeklinde bir eğilim kaydetmiştir..."(s.43) Politik-tarihsel koşullar insanı henüz hazır olmadığı durumlarla karşı karşıya getirebilir. Hazır olmadığı tercihler yapmaya zorlayabilir. Böylesi bir durumda ne yapılmalıdır? "Yeterli bir teorik olgunlaşma süreci yaşan"ması ("yeterliliğin" ölçütü nedir?) mı beklenmeli? Yoksa, pratik çalışma ile teorik çalışma, ikincisi birincisinin, yani verili durumu değiştirme pratik uğraşısının hizmetine sokulmak koşuluyla birleştirilmeli, bir arada, zamandaş olarak mı sürdürülmeli? Kapıyı çalmış olan devrimci politik mücadeleye bütün varlığınla atılarak, mevcut politik sistemin yerine yeni bir politik sistemi geçirmeye çalışmak için marksist-leninist bir partide olması gereken teorik, politik ve örgütsel olgunluk beklenecek değildir. Teori sorunları, ulusal dar görüşlülüğe düşmemek koşuluyla, işçi sınıfı hareketi ve komünist hareketin genel sorunlarından kopuk değildir ve dolayısıyla kopuk olarak ele alınamaz. Şimdilik şunu saptamakla yetineyim ki, Taslak yazarları, pratik çalışma ile teorik çalışmayı, en azından örgütsel düzeyde, ayıran bir sapma içindedirler. Bu kendisini en çarpıcı olarak teorik çalışmayı kendileri gibi "komünist politika mühendisleri"nin, pratik çalışmayı ise (propaganda çalışması dışında, diye eklemek gerekir; çünkü, örgütlere kendi yarattıkları söylenen "cüce gerçeğin peşinde tüm enerjisini harcama" işini bırakıyorlar), "kendilerini her nasılsa, bir kez oluşturmuş" olan örgütlerin yükümlülüğünde görmelerinde ortaya koyuyor. Örgütler dağıtılsın, diyemiyorlar; ama teorisyenleri ve propagandacıları örgütlerden koparmaya çalışıyorlar. Mühendisler ile kalifiye işçilerin ayrı ayrı yollardan yürümeleri gerektiğini propaganda ediyorlar. Komünist hareket ile işçi sınıfı hareketi ayrı ayrı yollardan yürüyorlar. Mühendislerle kalifiye işçiler de "yeterli bir teorik olgunlaşma"ya kadar kendi yollarına gitsinler. Peki bu "toplumsal bina"yı, örneğin işçi sınıfının komünist partisini, nasıl inşa edeceğiz? Taslak yazarlarının anladıkları anlamda marksist hareket, dünya ölçeğinde Taslak'ta açıklanan durumda olduğuna göre, mühendislerle kalifiye işçilerin bilinmeyen bir süre için ayrı yollardan yürümeleri, bir tür kendi başlarının çaresine bakmaları gerekir. Geçici ve özgül bir durumu genelleştirerek teorileştirmenin tehlikelerini görmek için zorlu bir beyin egzersizi gerekmiyor. "... geleneğimizin üyeleri... sanki gelişkin birer partilermiş gibi...işçi sınıfını her fırsatta, genel eylemlere, genel grevlere, bu düzeni yıkmaya vs. çağıran ajitasyon metinleri kaleme almışlardır. Sınıf hiçbir zaman çağrılarına kulak asmadı, ama onlar da yirmi yıl boyunca bu tür afaki ve naif çağrıların (sınıf 'sağduyusunu' bir an yitirip uysaydı) cinayetle eşanlamlı olduğunu bir kez olsun anlayamadılar." (s.40) Spekülatif bir düşünce çizgisi; ama, Taslak yazarlarının politika anlayışlarının anlaşılması bakımından veriler sunuyor. Eğer genel politik ortam, özel olarak da işçi sınıfının içinde bulunduğu nesnel ve öznel durum uygunsa, neden yukarıda belirtilen türden eylem çağrıları yapılmasın? Bunun için parti mi olmak gerekir? "Bu düzeni yıkmaya" çağrı propaganda ve ajitasyondan öte bir anlam taşıyorsa o ayrı bir konu. Komünist hareket hiçbir zaman kitleleri somut olarak silahlı ayaklanmaya çağırmadı. "Bu düzen yıkılmalıdır" sloganını silahlı ayaklanmaya çağrı anlamında eylem sloganı olarak kullanmadı. Yani, Taslak yazarları müsterih olsunlar cinayet, daha doğrusu "cinayetle eşanlamlı olan bir girişimde bulunmadılar. Demek ki, kafaları o kadarına da çalışıyormuş. Taslağı yazan arkadaşlar, başka yerlerde de kitlelerin sağduyularından, hatta engin sağduyularından söz etme gereği duyuyorlar. Anlaşılan, komünist hareket, çağrılarına uymayarak onu "cinayetle eşanlamlı" olan bir suç işlemekten kurtardıkları için kitlelere minnettar olmalıdır. "Bu sabit noktalar (bilimde ve felsefede tutamak noktaları -b.n.) teşkil edilmeden, eyleme rehber olmak üzere politik önermeler oluşturulamaz "(s.87). Taslağın belirgin özelliklerinden biri, belki de en çarpıcı olanı, var olanı yadsırken yerine olumlu bir şey koyamamasıdır. (Bu eleştiri, onun haklı, yerini bulan eleştirilerle de dolu olduğu saptamasıyla çelişmez.) Bunun kolay olmadığını biliyorum. Sosyalizmin ve işçi sınıfı hareketinin sorunları söz konusu olduğu sürece, hiç kimsenin cebinde hazır çözüm önerileri yok ki, "bu şu sorun için, şu da bu sorun için" diye dağıtım yapsın. Ama, madem ciddi eleştiriler yapılıyor ve iddialar ileri sürülüyor, bu durumda somut bir şeyler de söylenmeli. Örneğin, yukarıda sözü edilen ve "Marksizm"in "yitirmekle karşı karşıya" olduğu (henüz tamamen yitirilmiş değil; ama yine de onları yeniden oluşturmaktan [teorik yeniden kuruluş] söz ediliyor) "tutamak noktaları" ya da "sabit noktalar" nelerdir? Taslak, anladığı anlamda teorik yeniden kuruluş gerçekleşmeksizin "eyleme rehber olmak üzere politik önermeler oluşturulamaz" derken, verili durumda devrimci taktiklere dayanan devrimci politik mücadele yürütülemez görüşündedir. Peki devrimci politik mücadele yürütmek isteyen binlerce devrimciye ve özel olarak örgütlere ne yapmayı önerirler. Evet, "Ne Yapmalı?" "... Örgütsel yapıların 'teorik' çalışmalarının ... teori ve politikanın sorunları ve gerçekleri karşısında ifa ettikleri işlev -eğer negatif değilse- sıfırla eşittir."(s.88, vurgu bana ait). Bu kadarı da fazladan da fazla! İsyan ettirir insanı. El insaf! Bu ne küçümseme. Bu ne aşağılama! Bu ne kendini beğenmişlik! Bu kendi geçmişine ne saygısızlık! Bu ne haddini bilmezlik! Bu ne politik mirasyedilik! Tarımsal kapitalizmin "Prusya tarzı" gelişmesi örneğini alalım. Feodal toprak ağalarının iç başkalaşım yoluyla kapitalist büyük toprak sahiplerine dönüştükleri tezinin komünist hareketin (örneğin, TKP[ML] Hareketi) toplumsal sınıfların analizinde, program ve strateji sorunlarında şu ya da bu ölçüde yankısını bulmadığı ciddi ciddi öne sürülebilir mi? Taslak kaş yapayım derken göz çıkartıyor. Vurgulamak gerekirse, teorik donanımlarını edinmelerine az ya da çok katkıda bulunan örgüt ya da örgütlerin teorik çalışmalarına ve teorik birikimlerine burun büküyorlar. Yeri gelmişken işaret etmek isterim ki, "Prusya tarzı" kapitalist gelişme yalnızca tarımsal kapitalist gelişmenin bir yoludur, genel olarak kapitalizmin değil. Yani genel olarak Türkiye kapitalizmi "Prusya tarzı" bir gelişme yolu izlemiş değildir. Örneğin, sanayi kapitalizminin "Prusya tarzı"yla geliştiği tezi bir saçmalık olurdu. TKP(ML) Hareketi böyle bir saçmalık yapmamıştır. (Eğer başka yerlerde benzer hatalı ifadeler yoksa, Proleter Devrimci Partinin Yolu'nun üçüncü sayısından şunları okuyoruz : "... sömürge ve yarı sömürge ülkelerdeki kapitalistleşmenin ana özelliklerinin Prusya yolunun özelliklerini taşıdığı konusunu tekrar ele almayı da gerekli görmüyoruz..." (s.12) Alıntının devamında ise tarımda kapitalistleşmeden söz ediliyor, yani Prusya tarzı kapitalist gelişmenin tarımsal kapitalizmin bir gelişme yolu olduğu açıklanıyor. Yukarıdaki hata, belleğim ve notlarım beni yanıltmıyorlarsa, bir daha yapılmıyor. Taslak, "Prusya tarzı" kapitalist gelişmenin genel olarak kapitalist gelişmenin bir yolu olduğu görüşündedir (s.45). Ekleyeyim ki, "Prusya tarzı", adı konulmasa bile, bir tez olarak İ. Kaypakkaya'da vardır: "... Toprak ağalığı yavaş yavaş ve uzun bir süreç içinde kapitalist çiftlikler haline gelmekte..." (Seçme Yazılar, Ocak Yayınları, s.29) Taslakta komünist hareketi küçümseyici daha birçok sav ve ifade var. Bütün bunları burada ele almayı gerekli bulmuyorum. "Mühendisler" ve "kalifiye işçiler". Ya da, teori ve propaganda ile uğraşanlar ve "kendi yarattığı cüce gerçeğin peşinde" ömür tüketenler Taslağın içerdiği en önemli yanılgılardan biri de, yukarıda öz olarak ifade edilen ayrımı yapıyor olmasıdır. Bunu teorik çalışma ile pratik çalışmayı, en azından "yeterli bir teorik olgunlaşma" ya da teorik yeniden kuruluş sağlanıncaya kadar, birbirinden koparan bir eğilim olarak tanımlayabiliriz. Taslak boyunca bunun çok sayıda örneğiyle karşılaşıyoruz. Genel bir fikir vermeye yetecek ölçüde bazı aktarmalar yapmakla yetinmek yerinde olur. "... Sosyo-politik yapının ve Marksizmin acil gereklerini karşılamak, enerjilerini kendi dar ve eksikli dünyalarının acil gereklerine hasreden örgütsel yapıların işi olmaktan çıkmıştır." (s.35). "... Tıkanıklığı, teori yönünden, örgütlerin içinden yapılacak müdahale ile aşma imkanı kalmamıştır."(s.35). "... Hiçbir kayıp gerektirmeyen hiçbir tercih olamaz. Biz bunun, politik örgütler için okullu sekter anlayışlar; bizim için, politik örgütler alanı olduğunu kabul ediyoruz. Şimdi, güçleri tek bir merkezde (örgütlerde) toplamak, savunmadan başka bir şey yapmamayı göze almak anlamına gelir; güçleri, en uygun saldırı ve hazırlık zemini bulmak için eğilimlerine göre belirli bir dağıtım planına tabi tutmak ve işlevlerine göre yoğunlaştırmak gerekiyor. " Her güç, kendisi için en uygun atmosfere gitmelidir. Kendini örgütte en iyi koruyabilecek olanın örgüt dışına çıkması intihar olacağı gibi, örgüt sınırları nefes almasına yetmeyenlerin oldukları yerde kalmalarını önermek cinayet anlamına gelecektir." (s.55). " Her biri bir okulun 'gayya kuyusu'nda ('gayya kuyusu' cehennemin beşinci katındaki kuyudur -b.n.) olan örgütlerde kalmak, okullu Marksizmlerin aşılmasına ilişkin teorik-politik görevleri rölantiye almak anlamına gelecektir. Örgütlerden çıkış, 'bütünsel Marksizm'i yaratmaya yönelmenin -teori düzleminde- koşulu oluyor." (s.88). "... Örgütsel yapılar, vereceği gerçek sonuçlardan korkmayacakları bir 'teorik kuvvet' yaratamadıklarından ve buna ilişkin yetenek ve kapasite gösteremediklerinden dışarıda olmak gerekiyor." (s.88). " İşte biz, düşman saldırılarına karşı başka tür mevziler açmak üzere, savaşçılar içinde (teorik-politik) gerilla savaşına uygun -ama sadece bu niteliktekiler!- olanların kaleden ve diğer kalelerden çıkmalarının gerektiğini savunuyoruz..."(s.90). "... Ucu açık bir dönem boyunca bizim varlığımız örgütleri, örgütlerin varlığı bizi gereksizleştirmeyecek. Bugün, bir 'işlev dağıtımı', 'ortak davamız'ın teorik-politik-pratik gereği olarak kendini dayatıyor. Böyle bir işlemle, her sorunun üzerine sonuçlarına ulaşıncaya kadar gitme olanağı doğacak ve iki ayrı yerdekiler arasında çıkabilecek sürtüşmeler en aza indirilebilme olanağına kavuşacaktır." (s.90-91) "... Hareketimizin hedeflediğimiz biçimsel karşılığını, bir 'teorik-politik çekirdek' yaratmak olarak adlandırabiliriz..." (s.91) "... Ve uğraşımıza, kendimizi 'büyük değil, küçük, zayıf, araçsız, hiç sayarak, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak' giriyoruz." (s.94). Yukarıdaki aktarmaların içerdiği her düşünceyi burada eletiri konusu yapacak değilim. Ana düşünce üzerinde yoğunlaşmak yeterli. O da komünist hareketin (Taslağın komünist ya da marksist hareketten anladığı ile benim anladığımın farklı olduğuna bir kez daha dikkat çekmek isterim) güçlerinin teori ile uğraşanlar ('mühendisler') ile pratikle ( o da "cüce gerçek"le ilgili pratik) uğraşanlar ('kalifiye içiler') olarak bölünmesi gerektiğidir. En azından "yeterli bir teorik olgunlaşma"ya ulaşıncaya kadar. Ya da "bütünsel marksist oluşum"un olanaklı olduğu zamana kadar. "Bütünsel Marksizm"yaratılıncaya kadar, yani "mühendisler" işlerini tamamlayıncaya kadar. Artık zamanı gelmiştir denilebilecek nokta da "iki ayrı yerdekiler" birleşeceklerdir. Taslağın somut iki önerisinden biri (diğeri "Marksizmin genel alanı" kavramının literatüre yeniden kazandırılması gerektiğidir) teorisyenler ve propagandacıların (veya bu çalışmalara yatkın olanların, yani henüz teorisyen ve propagandacı durumda olmayanların da) mevcut örgütleri terk etmeleridir. Taslak yazarları tasfiyeci bir sapma (belki "eğilim" demek daha uygun düşer) gösteriyorlar. "Örgüt sınırları nefes almasına yetmeyenlerin" örgütlerden ayrılmaları gerektiği doğru önerisine ("nefes alamama"nın ne olduğu da ayrıca tartışılabilir) karşın, yapılan "kendini örgütte en iyi koruyabilecek olan"lar dışında "teorik-politik gerilla savaşına uygun" olanların "kaleden (Bu eskinin TKP(ML) Hareketidir. Şimdi de MLKP-K olmalı.) ve diğer kalelerden (diğer komünist örgütler) çıkmaları önerisidir. Örgütleri terk ediniz! Taslak yalnızca "nefes alamayanlar"a yapmamaktadır bu çağrıyı. Böyle sanmak yanıltıcı olur. Taslak teorik çalışma yapabilecek ve bu çalışmanın sonuçlarını propaganda edebilecek özelliklere sahip olanların örgütlerden ayrılmalarını "bütünsel Marksizm"i yaratmak için olmazsa olmaz görüyor. Kendilerini örgütler dışında koruyamayacaklar (bunu, söz konusu edilenlerin komünist ideolojik-politik kimliğe sahip olduklarını varsayarsak, bu kimliği örgütler dışında koruyamama olarak anlıyorum) oldukları yerde kalsınlar. Örgütler "kale" görevi görüyorlar. "Kültürel,sosyal ve psikolojik işlevleri de olan 'kaleler' "(s.90) Yani onlar "cüce gerçeğin" peşinde enerjilerini tüketmeye devam etsinler. Örgütler dışına çıkıp da yozlaşıp gideceklerine örgütlerde oyalansınlar. Sürüden ayrılmasınlar. Hazır "her nasılsa" "üretilmiş" koruyucu şemsiyelerinin altıda kalsınlar. En iyiler Taslak yazarlarına katılsınlar, diğerleri de varlıklarını sürdürmeye çalışsınlar. Eleştiriye devam etmeden önce bir saptama yapmak isterim. Komünist örgütlerin iç yaşamını, yeteneklerini ve bilgi birikimlerini komünizm davasının hizmetine sokmak bakımından genel olarak elverişsiz ("nefes alamamayı" özce böyle tanımlarsak) bulanların örgütlerden ayrılmaları doğrudur. Nefes alamayıp da örgütler dışında komünist niteliklerini yitirmeden teorik çalışma ve propaganda çalışması yapabilecek olanların böylesi bir çıkış yapmaları bir görevdir de. İnsanların özgürce düşünmeleri ve yaratıcı olmalarını istiyoruz. Geleceğin komünist insanının (özgür üretici, özgür birey) her türlü ekonomik, toplumsal, kültürel, ideolojik vb. sınırlılıklardan kurtulmuş bir insan olacağını savunuruz. Teorimiz böyle der. Böyle bir insan tipinin oluşması sürecinin daha bugünden (isterseniz dünden deyiniz) başladığı unutulur. Genel olarak tek tip düşünmeye zorlanır insan. Aykırı düşüncelere, eleştirilere vb. yer ve tahammül yoktur. Diğer şeylerin yanı sıra, korku vardır. Bilimsel ve yaratıcı düşünme ve eleştiriyi körelten, sakatlayan, öldüren korku. "Yeni toplum yeni insan gerektirir. Yeni insanın 'yaratılması' sosyalist politik devrim sonrasında değil, daha bugünden başlar. Yeni bir toplum kurmak için yola çıkanlar, bu topluma ilişkin değerleri, gelenekleri, davranış kurallarını (ahlakı) vb. daha kapitalist toplumun bağrında oluşturmaya başlarlar ve koşullar içinde ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırlar. Olgular ve deneyim bunun gereği gibi anlaşılmadığını gösteriyor." (Üçüncü Enternasyonal'i Oportünizm Tüketti, s.8) Komünist örgütlerin mevcut yapıları, ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunulduğunun bilincinde olanların ve buna karşı, zamana bırakmaksızın, bir şeyler yapmak isteyenlerin, özellikle teorik sorunlarda farklı düşünenlerin, nefes almalarını gerçekten son derece sınırlıyor. Hatta, öyle oluyor ki, bu olanak yok ediliyor. Boğulmamak için örgütler dışına çıkmak zorunlu olabiliyor. Ancak, bu politik-pratikten kopmak anlamına gelmiyor. "Dar örgüt çıkarlarını ve hatta kimi kişisel çıkarları büyük sosyalizm davasının önüne çıkarmak komünistlerden uzak dursun. 'Düşman ne der' gibi gerekçelere yaşam hakkı tanımak, engel tanımaması gereken komünistlere yakışmaz. Marksizm-Leninizm’i toplumsal bir bilim gibi değil, bir yol gösterici olarak değil, bir dogma olarak görmeye, onu donuklaştırmaya, katılaştırmaya, sıkça olduğu gibi, boş söz kalıpları olarak yozlaştırmaya son vermeye cesaret etmek gerek. Devrimci bir teorik yenilenme, teorik ve politik bir rönesans zorunlu. "Verileni olduğu gibi kabul etmemek; gerçeği araştırmak, bulmak ve açıklamak komünist ahlak gereğidir. Yanlışlara, eksikliklere ve güçsüzlüklere göz yummak, onları geçiştirmek; başkalarını ve kendini haklı çıkarmak için bahaneler aramak, yeni toplumun aynası olmak iddiasındaki yeni insanın karakter özellikleri arasında olamaz. Bütün bunlar eski dünyaya, burjuva dünyaya aittir. Komünistler kendilerine karşı da samimi olmak zorundadırlar. Özsaygısı zayıf olan ya da bu saygıyı yitirmiş olanlar yeni bir dünyanın kurulmasına önderlik edemezler. Lenin sonrası sosyalist hareketin ve özel olarak Komintern döneminin irdelenmesi çalışması, aynı zamanda, var olan komünist hareketin ahlak ve karakter bakımından sınavdan geçeceği bir çalıma olacaktır." (Üçüncü Enternasyonal'i Oportünizm Tüketti, s.7) "... Günü kurtarmanın ve kötü anlamda kurnazlığın olgunluk, devrimci uyanıklık ve büyük bir beceri sayıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Yakın bir gelecek için de tünelin ucunda ışık görünmüyor. Dünya ve Anadolu komünist hareketinin bugünkü önderleri genel olarak gelecek vaat etmiyorlar. Dahası komünist hareketin ideolojik atılım yapma olanaklarının önünde ciddi bir engel oluşturuyorlar. Genel bir yenilenmeden geçmesi gereken komünist hareket içinde öncelikle önder kadrolar ideolojik ve politik olarak sert biçimde sarsılmaya gereksinim duyuyorlar. Statükoculuğu ve küçük-burjuva nitelikli var olanı koruma, büyük amaçlar için risk almama psikolojisi ve alışkanlığını yıkmak için önderlerin yüksek ölçekli bir ideolojik ve politik depreme ya da deprem dizisine uğramaları gerekiyor. İdeolojik düzeyde müdahalenin yanı sıra, devrimci bir isçi sınıfı hareketinin gelişmesinin zorlayıcı etkisine de gereksinme var." (a.g.y.,s.8) Taslak eleştirisine devam edelim. Taslak yazarları, örgütlü yapılar içinde kıran kırana bir ideolojik ve teorik çatışmaya girmeksizin kolay yolu öneriyorlar. (Somut olarak kendilerinin nasıl bir örgüt içi mücadele yürüttükleri bilgisine sahip değilim.) Teorik çalışma ile pratik çalışmanın birliğinin, en azından içinde bulunulan "bütünlüklü Marksizm" yaratma döneminde, olanaklı olmadığını düşünüyorlar. Böylece teori oluşturma işi kendini politik pratikten kurtarıyor! Pratik-politikayı - o da devrimci taktiklerle yapılamayan politika- örgütlere bırakırken, kendileri teorik çalışma (ve propaganda ya da sosyalist propaganda) görevini üstleniyorlar. Örgütlerin teorik kapasitelerini de küçümseyerek yapıyorlar bunu. Kendileri entelektüeller (mühendisler), örgütlerdekiler de, her ne kadar çoğunlukla isçi kökenli olmasalar da, kalifiye isçiler.Böylece işbölümü de yapılmış oluyor! Pratik politik çalışmanın ve sınıf mücadelesinin, ne denli tutucu ve dogmatik olurlarsa olsunlar komünistleri teorik sorunlarla karşı karşıya getirdiklerini ve onların, nitelikleri gereği, bu sorunlara el atmaktan geri duramayacaklarını anlamamış görünüyorlar. Büyük bir potansiyeli harekete geçirme konusunda elden gelen ve koşulların -özellikle örgüt içi yaşam koşullarının- olanak tanıdığının en çoğu yapılmaksızın örgüt dışına düşmemeye çalışmak gerek. Daima hesaba katılması gereken unsur odur ki, örgütler devrimci insanların, hem de büyük bir özveri ruhuyla mücadele yürüten insanların, bu anlamda ideolojik ve teorik olarak öncelikle etkilenmeye açık insanların toplandıkları "kaleler"dir. An gelir artık örgüt içinde kalma olanağı ortadan kalkabilir. Taslak yazarları açısından da durum böyle olabilir. Ancak, her bir durumu somut olarak değerlendirmeksizin teori işiyle uğraşabilecek olanların örgütlerden ayrılmalarını önermek kabul edilemez. Kendilerini, teori ile pratiğin birliği sorununda Marksizm-Leninizm’le "Batı Marksizmi" arasındaki çelişki de ikincinin safına yerleştiren Taslak yazarları, "Batı Marksizmi" taklitçiliği yapıyorlar. On yıllar sonra, daha önce var olanların yanı sıra, "Batı Marksizmi"nin Küçük Asya temsilciliğine aday oluyorlar. "Batı Marksizmi"nin teori ile pratiği ayırmasını, Türkiye'de, en azından kendi açılarından, örgütlerden ayrılmayı önererek yapıyorlar. Bilmem kimlerin on yıllar önce eskittiklerini Anadolu'ya taşımak isçi sınıfının devlet olarak politik örgütlenmesi aracılığıyla komünist toplumu kurmaya gerçekten çalışanların işi olamaz. Ayrıca eklemek gerekebilir ki, "Batı Marksizmi" teorik çalışma ile pratik çalışma birliğini bozabilecek lükse, en azından görece geniş politik haklara sahip olma ve devrimci politik mücadelenin sınırlılığı gibi unsurlar nedeniyle, sahip olabilirdi; ama bu, Türkiye ve Kuzey Kürdistan coğrafyasında olanaklı değildir. Kitle ajitasyonu ve kitle örgütlenmesi ve geniş anlamda komünist gizli örgütlenme yapmayacak olsalar bile, Taslak yazarları propaganda yapacaklardır. Bu da pratik çalışmanın bir biçimidir. Politik olarak bu denli sıcak olan Anadolu gibi bir coğrafyada kitle gösterilerine, toplantılara, açlık grevlerine vb. katılmaksızın örgütler dışında devrimci kimlik nasıl korunacaktır? Olanaklı olan her fırsatta isçi sınıfı hareketinin gelişmesine ve devrimcileşmesine yardımcı olmak gerekmez mi? Devrimci içtenlik sahibi hiç kimse can bedeli yürütülen pratik devrimci mücadeleye, bir "işlev dağıtımı" yaptık diye pratik olarak kayıtsız kalamaz. "Teorik-politik çekirdek" kayıtsız kalacak mı? Marksizm-Leninizm’in geçirdiği ağır bunalımı anlamak, onun üstesinden gelmek için işçi sınıfı hareketi ve emekçi kitle hareketi ile haşır neşir olmak gerekiyor. Bunun içinde olmak gerekiyor. Dünya ve yurt ölçeğinde pratik hareketin sorunlarına, ortaya sürdüğü sorulara çözüm ve yanıt üretmeye yönelik olmayan bir teorik çalışıma bunalımı atlatmaya yardımcı olmaz. Hatta onu ağırlaştırır. Teorik çalışıma bir tarih araştırması ve yazımı olmayacaksa eğer, bugünkü durumu başlangıç noktası olarak almalıdır. Verili durumdan hareket etmelidir. Bu sosyalizmin sorunlarını geçmişe uzanarak araştırma vb. çalışıma ile bir çelişki oluşturmaz. Tam tersine, bu ikisi birbirini tamamlar. Marksist-leninist teori özel olarak içinde bulunulan kapitalist toplumu tanımak ve onun bilgisine dayanarak onu tasfiye etmenin teorisidir. Yerine yeniyi kurmanın teorisidir. Onun bu özelliği ısrarla korunmalıdır. Dünyayı değiştirme etkinliğine olabildiğince etkin olarak katılmaksızın (bu komünist hareketin her bir üyesi için her günkü pratik mücadelede bizzat yer almak demek değildir) bunalımdan çıkışı sağlayabilecek katkılar (teorik düzeyde de) yapılamaz. Marksizm’in kurucularının, olanaklı olan her durumda, politik mücadelenin içinde yer aldıkları unutulmamalı. Olabildiğince ayrıntılı işbölümü yapılmaksızın (Toplumsal işbölümünü ortadan kaldırmak için işbölümü yapmak zorunlu. Tıpkı devletin ortadan kalkmasının koşullarını hazırlamak için proletarya diktatörlüğünü -şu kullanıla kullanıla süreç içinde tüketilen "dayanıklı tüketim maddesi"- kullanmak gibi.) görevler gereği gibi yerine getirilemez. Komünist hareket herkesin her işi yaptığı, yapabildiği işbölümü tanımayan bir organizma değildir. Diğer şeylerin yanı sıra, teorik çalışma yapabilecek bilgi birikimi ve özelliklere ("yeteneklere" de denilebilir) sahip olanlar arasında yapılacak iyi düşünülmüş ve verimli bir işbölümü zorunludur. Teorik çalışma ne kadar ilerletilirse, teori ne kadar geliştirilirse, Lenin'in " 'Halkın Dostları' Kimlerdir?"de vurguladığı gibi, komünist hareketin pratik çalışması da o kadar hızlı büyür, güç kazanır. Teorik çalışma - pratik çalışma ilişkisinde komünistler için öncelik ikincisindedir. Teorik çalışma pratik çalışıma için yapılır, onun hizmetindedir. Ama pratiğin önü de teori tarafından sürekli olarak aydınlatılmalıdır. Teoriye maddi bir güç kazandıracak olan pratiktir. Önünü ve olabildiğince uzağı görebilmek için de sürekli olarak geliştirilen ve zenginleştirilen teori de olmazsa olmazdır. Marksizm-Leninizm'in bunalımı sorunu nasıl anlaşılmalı? Marx, Engels, Lenin ve değişen derecelerde katkılar yapan diğer komünistler tarafından oluşturulup geliştirilmiş durumuyla, dayandığı temel ilkeler ve genel olarak temelleri bakımından, Marksizm-Leninizm'in bunalımından söz edilemez. Yani temel ilkeleri ve tarihsel materyalizm, genel olarak kapitalist sistemin, özel ve esas olarak kapitalist ekonomik sistemin evriminin sonucu olarak geçerliliklerini yitirmemişlerdir. Bugünkü dünyayı anlamak ve onu değiştirme uğraşına girişmek için yetersiz değildirler. Söz konusu olan onların gereği gibi kullanılmıyor ve geliştirilmiyor olmalarıdır. Marksizm, diğer bilimlerle yakın bir ilişki içinde bir toplumsal bilim olarak kurulmuştur. Temelleri sağlam atılmış bir yapıdır. Temellerinin ya da temel ilkelerinin yeniden kurulmaya gerek duymadığı bir yapı. Söz konusu olan onu sürekli olarak geliştirmek, uygulama alanını da durmaksızın genişleterek zenginleştirmektir. Toplumsal bir bilim olarak Marksizm-Leninizm'in geliştirilmediği, bilim gibi irdelenmediği ve kullanılmadığı anlamında bir bunalımdan söz etmek doğru olur. Geliştirilememe bunalımı. Eksiklikleri giderilmeyen, yanlışları düzeltilmeyen, toplumdaki değişmeleri yansıtmayan, yani geliştirilmeyen ve zenginleştirilmeyen bir bilim er ya da geç bunalım (tehlikeli sonuç doğurabilecek durum) içine düşer. Kitap sayfalarına sıkışıp kalır. Varlığını sürdürebilmesi ve gelişebilmesi için gerekli oksijeni alamaz. Eski eserler müzesine kaldırılır. Marksizm-Leninizm'in tamamlanmış, her şeyin yanıtını, zaman ve mekan üstü olarak, içeren "dinsel bir ideoloji" olmadığı biliniyor. O konusunun çok çeşitliliğine, sınırsızlığına açıktır. Marksist-leninist teori sorunlar inceleyerek sürekli olarak bilgi üretir. Üretmek zorundadır. Bunu yapamadığı anda bilimsel karakterini süreç içinde yitirir. Kendini sürekli olarak tekrarlayan, gelişme özelliklerini yitirmiş bir teori durumuna düşer. Marksist-leninist teori her şeyi kapsayan, kesin ve mutlak bilgi değildir. Önemli bir nokta olarak vurgulanmalıdır ki, komünist hareketin ve işçi sınıf hareketinin karşı karşıya bulunduklar sorunlara yanıt verememe, daha doğrusu yanıt verebilecek biçimde kullanılmama anlamında bir bunalım vardır. Bunalımın bir diğer önemli unsuru da dünya komünist hareketinin parçalanmışlığı ve politik olarak büyüyememesidir. Burada, son derece genel sayılabilecek çizgileriyle, Marksizm-Leninizm'in bunalımından ne anlaşılması gerektiği üzerinde duruldu. Bu başlı başına bir konu olarak ayrıca ele alınmalıdır. Son Birkaç Söz Marksizm-Leninizm'in temel ilkelerine dayanılarak yapılan her eleştirinin, arayışın vb. destekçisi olmak gerekir. Yaşanılan süreçte, arayış girişimlerini, devrimci konumda kalmak önkoşuluyla, anlayışla karşılamak gerek. Devrimci olarak kalındığı sürece arayış çabalarında kötü niyet aranmamalı. Marksist-leninist otorite ya da otoritelerin olmadığı, komünist hareketin tarihinin en ağır bunalımını yaşadığı tarihsel koşullarda arayış içinde olmak, o güne kadar var olanı, bazen aşırıya da kaçarak, eleştirmek anlayışla karşılanmalıdır. Devrimci bir arayış içinde olmayı son derece normal, haklı ve gerekli sayarım. Komünist hareketin on yıllardır süren çok yönlü bunalımı koşullarında başkası da olamaz. Her şeyin yolunda gittiğini düşünmeyenlerin sorular sormaları, sorunları gündeme getirmeleri, çözümler önermeleri kadar yerinde olabilecek başka ne olabilir ki? Marksizm-Leninizm'i devrimci eleştirel biçimde kullananlara, devrimci bir arayış içinde olanlara, "buna ne gerek var?", "sorunlara çözüm üreten ya da üretme yeteneğinde olan somut teori ya da teoriler var; marksist-leninist teori dünya ve ülke sorunlarına, işçi sınıfı hareketi ve sosyalist hareketin karşı karşıya bulunduğu sorunlara yanıt verebilecek düzeyde sürekli olarak zenginleştiriliyor, yeniden üretiliyor" diye karşı çıkmak olanaksız. Genel bir çekim gücü olan teori ya da teoriler yok. On yılların birikmiş sorunları son derece ağır. Ne teorik ne de pratik olarak, on yıllardır çekim merkezi olabilecek odak ya da odaklar var. Doğru dürüst teori üretimi yok vb. Komünistler, diğer şeylerin yanı sıra, üretememe bunalımı geçiriyorlar. Çok eskiden düşün dünyasında gündem belirleyici olanlar marksistler ya da Marksizm adına hareket edenler olurdu. Bu dönem çok gerilerde kaldı. Böylesi bir durumda insanların bir çıkış yolu arayışı içine girmeleri değil, girmemeleri anormaldir. Hiç kimse ne kendini ne de başkalarını aldatsın ya oyalasın. Dünya komünist hareketinin içinde bulunduğu durumda iyi niyetli çıkış yolu arayışlarına karşı sekter tavır takınmak ancak kendi durumundan hoşnut olanların işi olabilir. Her şeyin yolunda gittiği, zaferden zafere koşulduğu düşüncesi var olan sorunların görülmesini, teorinin geliştirilmesi ve sorunların çözümü için kullanılması çalışmasını da olumsuz yönde, hem de devasa ölçüde, etkiledi. Türkiye'de de böyle oldu. Komintern dönemindeki egemen hava ve dünya devriminin kaderinin Sovyet devletinin kaderine ve Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin kuruluşuna bağlanması bu açıdan özellikle dikkate değerdir. Arayış içinde olmak yeni baştan başlamak demek değildir. Arayış çalışmasında yol göstericiden yoksun olmak demek değildir. Arayış çabaları içinde hatalar da yapılacaktır. Önemli olan en az ve en az zarar verici hatalar yapmaktır. Bunalıma yol açan nedenler ve karşı karşıya bulunulan sorunlar bilimsel bir çözümleme konusu yapılacaklarsa eğer, Marksizm-Leninizm her yönüyle eleştirel yaratıcı biçimde kullanılmalıdır. Yol gösterici vardır. Sorun bu yol göstericinin ışığında doğru yolu bulabilmektir. Arayışta kullanılacak yol gösterici temel düşünceler (ilkeler) sorunu muğlaklaştırılamaz ya da alacakaranlıkta bırakılamaz. Hiç değilse bu bakımdan zihin açıklığına sahip olunmalı. Marksist-leninist olma iddiasında bulunanlar, marksist-leninist teorinin özünü ve temel ilkelerini tartışma konusu yapmazlar. Örneğin, proletarya diktatörlüğü ilkesini tartışma gündemine getirmezler. (Burada, bu diktatörlüğün nasıl anlaşılması ve örgütlenmesi gerektiği üzerinde durmak gerekmiyor.) Çok ve ağır zarara yol açabilecek hatalardan sakınmak için Marksizm-Leninizm'in temel ilkelerini kullanmak ve komünist hareketin mirasının olumlu ve olumsuz unsurlarından/yönlerinden öğrenmesini bilmek zorunlu. Ben de uzun yıllardan bu yana sorunlara çözüm arayışı içindeyim. (3) Elverişli sayılmayacak koşullarda, hemen tamamen tek başıma kalmayı göze alarak ve kalarak, uluslararası komünist hareketinin bunalımının nedenlerini araştırıyorum. Böylesi devasa bir çalışmanın kolektif bir iş olduğunun da her zaman bilincinde oldum. Bu tür bir çalışmayı örgütler içinde de yapmaya çalıştım, örgütler dışında da. Çaba ve girişimlerim olumlu sonuçlar vermedi. Tercih etmediğim halde yalnız kaldım. Ne var ki, hiçbir zaman kılavuzsuz kalmadım. Marksizm-Leninizm'in temel ilkeleri ve teorik temellerine dayandım. Hiçbir zaman her şeyi genel bir gözden geçirme, bir tür "sil yeni baştan" olarak adlandırılabilecek bir tavır içinde olmadım. Böyle bir sorunum yok. Buna gerek de yok. Bu oyalanmak olur. Bu hovardalık olur. Ayrıca, bu, burjuva dünyasının çok yönlü saldırıları karşısında sarsılmak, şaşırmak, geri adım atmak olur. Birçok şey belki yeniden keşfedilmek zorunda kalınacaktır. Gerekiyorsa çok gerilere de gidilir. Geçmişte gereken ilgiyi görmemiş tezler ve teoriler de olabilir. Ama, ciddiye alınabilir bir çıkış yolu arayışı için, kabul edilmek zorundadır ki, başlangıç noktasından yoksun değiliz. Kılavuzsuz ya da pusulasız değiliz. Ne yazık ki, aynı şeyi Taslak yazarları için söylemek olanaklı görünmüyor. Onlar, denilebilir ki, bir uçtan bir diğer uca savruluyorlar. Ne yapılması gerektiği konusunda bütün düşünce açıklığı savlarına karşın, şaşkındırlar. Düş kırıklığına uğramışladır. Karamsardırlar. "Marksizmin genel alanı" içinde yer alanlara "gelin her beraber yeni bir Marksizm anlayışı oluşturalım" olarak özetlenebilecek bir çağrı yapan ve bunun için de "Marksizmin genel alanı" kavramının kabul edilmesi ve teorik çalışma yapabilecek olanların örgütlerden ayrılarak "teorik-politik çekirdek"ler yaratılması önerilerini yapan Taslak, bunalımdan devrimci bir çıkış için, ne yazık ki, işe yaramaz. Tam tersine, yaratacağı etkiye bağlı olarak, durumu daha da ağırlaştıran bir işlev görür. Yukarıdaki çağrı ve önerilerin komünist ve demokrat devrimci örgütlerde ve çevrelerde yankı bulacağını sanmıyorum. Bulmaması da dileğimdir. Taslağı yazan arkadaşlara onu eleştirel bir gözle gözden geçirmelerini önermek isterim. A. H. Yalaz 30 Temmuz 1995
(3) "Okur için bir noktayı açıklamak isterim : 'Üç Dünya Teorisi'nin eleştirisi ile başlayan ve Mao Zedung revizyonizminin eleştiri yoluyla aşılmasıyla güçlenen, yüksek bir ivme kazanan bir sorgulama ve yargılama sürecine, yıllar önce, girdim ve bu süreçte hiçbir kaygı ya da korku tanımaksızın ilerlemeye kararlıyım. Marksizm-Leninizm’i eleştirel bir bilim olarak kullanma kararlılığımın hiçbir şey tarafından köreltilmesine izin vermeyeceğim. Eleştiri dışı tutulacak hiç kimse ve hiçbir teori, tez, görüş, karar, vb. tanımıyorum." ( "1957 Moskova Deklarasyonu, 1960 Moskova Bildirgesi Ve Barış Bildirilerinin Eleştirisi, s.5-6, 1987). |
|
|